Herkes ne anlasın o'nun acısını?

248 24 3
                                    

⚪⚫⚪

'Rûyê me dikene, dile me , rihê me mirî ye.'







Herkes ne anlasın o'nun acısını?







Yaşadığımız hayat, tercihlerimizin sonucu olurdu. Tercihlerimizden sadece birine dahi müdahale edildiğinde hayatımız tepetaklak olur ve yönünü kaybederdi. Beni bir tercih yapmak zorunda bırakmışlardı, hayır kendi isteğimle yaptığım bir tercih değildi.

Sonucunda hayatım rayından çıkmış bir trene dönmüştü. Kendim dahil herkese zarar veriyor rotamı dahi kestiremiyordum, kaybetmiştim.

Kaybettiğim çokça şeyin başlangıcı da bu olmuştu zaten.

Kaybettiklerimin arasına Arslan'ı da eklemek üzere olduğumu hissediyordum. Kaybetmek istiyor muydum? Hayır.

Peki o halde neden onu durdurmuyordum?

Durdurmaktan kastım fiziken değildi ki.

Onu yanımda tutmak için çabalamam gerekirken elimden geldiğince itmek, uzaklaştırmak... yaptığım saçmalıktı.

Oturduğum sedirde güneşin batışını seyrederken avucumun içinde tuttuğum çay bardağının verdiği sıcaklık içimi ısıtmıyordu.

Soğumuştum ya zaten!

Aklımda binlerce tilki dolanıyor, bulamadıkları çarenin vehametiyle acı acı inildiyorlardı. İçimden bir ses 'Olsun, ne kaybedersin!' diye sinsi sinsi fısıldarken kalbimin ta içinden bir ses yaptıklarımın büyük bir hata içerdiğini söylüyordu. Bencilliğimin sınırını aştığını ve kaybedeceklerimin korkusuna kapılmam gerektiğini tekrar tekrar hatırlatıyordu.

Koskoca üç gün geçmişti Arslan'ın, sen uyu ben geç gelirim deyip gelmeyişinin üzerinden koskoca üç gün geçti. Dün attığı mesaj haricinde benimle asla iletişime geçmemiş ve telefonlarımı açmamıştı. İki gün sonrası için kadın doğumdan randevu ayarlamıştı. Büyük ihtimalle kendisi benimle gelmeye dahi gerek görmeyecek ve beni yalnız başıma oraya yollayacaktı.

Onun mu canı daha çok yanıyordu yoksa benim mi?

Önemli miydi?

Herkesin canı kendineydi. Herkesin canı kendince acıyordu. Herkes ne anlasın o'nun acısını?

Merdivenlerden gelen tıkırtılarla başımı çevirdim. Kızlar yanıma geliyordu.

"jîn bıram ne ediyor bir başına buralarda!?"

Kübra'nın gür sesiyle yüzümü buruşturdum. Bağırarak konuşmaktan hiç vazgeçmeyecekti.

"Uçmayı bekliyor."

Gülüşmeleriyle birlikte kaşlarımı çattım. Ben ne haldeyim bunlar ne halde.

"Nasılsın Dila?"

Elif yanıma oturdu. Dizimin üzerindeki elimin üzerine elini yerleştirdi. Uyguladığı baskıyla birlikte gülümsedim.

"Sen nasılsın?"

Benim kadar onunda derdi vardı. Ben ne ile cebelleşiyorsam o ikisiyle cebelleşiyordu. Ne o bana el uzatabiliyordu ne de ben ona.

Omzunu silkti. Konuşmaya gerek olmadığını belirterek.

SÂYEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin