⚪⚫⚪
Dileği kabul olmuş muydu? Sevdiğine kavuşmuş muydu yoksa...
Re ne direje, le em westiyane...
(yol uzun değil, ama biz yorulduk...)
Dilden dökülen duaların samimiyetine nasıl inanılırdı? Dilden geçen ya gönülden geçmiyorsa? Kalpte yeşeren nefret filizlerinin kökünü dilden dökülen dua mı kurutacaktı?
Gözyaşlarının süslediği cenaze töreninin bir kenarında bir yabancı gibi duruyordum. Kolumda benden destek alarak duran kadın kocamın kız kardeşiydi, karşımda mezara yerleştirilen kadın da kocamın kız kardeşiydi. Peki ya kocam neredeydi?
Gözlerim cenazede Arslan'ı arıyordu ancak o burada değildi. Ne Arslan ne de yade ... burada değildi.
Kollarıma sıkıca yapışmış düşmemek için çırpınan kadına göz ucuyla baktım. Belki avaz avaz bağırmak, kendini hırpalamak istiyordu ama buna cesareti yoktu. Canı sızlıyordu, canı artık yoktu ama kendisine dönen kaçamak bakışları hissediyordu. O bakışlar onu tir tir titretiyordu. Kanadı kırık bir civciv gibiydi kollarımda. Yürüyebilirdi. Yürüyebilirdi ama cesareti bir kere kırılmıştı.
Belki de ona söylemeliydim. 'Sen bir kuş değilsin. Senin kanatlarının olmaması sana bir şey kaybettirmez. Önemli olan ayakların. Senin ayaklarına ihtiyacın var.' Sustum. Sustum çünkü onu teselli edecek sözlerim ona tükenmişti.
Bakışlarım bu sefer mezarın başında kendisini paralayarak ağlayan Elif'e takıldı. Üzerinde duran kanlı kıyafet ve yüzündeki solgunluk kendisinde olmadığını gösterir gibiydi. Zarin'den daha mı çok acı çekiyordu?
Üzerindeki kan Nazlı'ya mı aitti? Nazlı'nın nerede olduğunu biliyor muydu önceden?
Usulca gözünden akan yaşları silen Salih Ağa, yeğenini koruyamadığı için vicdan azabı çekerken Sidar'ın koluna sıkıca tutunduğu Zahit Ağa küçük kız kardeşini kaybettiği için kahroluyordu. Evin iki büyük yengesinin gözünden akan yaşlarına ise bir sebep yüklemek istemiyordum. Üçüze benzettiğim kızlar kol kola girmiş birbirlerine destek olurlarken kaybettikleri ablalarının acısı yüzlerine yansımıştı. Ya Arslan, o neredeydi? Onu kim teselli edecekti.
*********************
Arabalar bir bir konağın önünde durduğunda bitkin bedenler sırayla arabadan indi. Yanımdan bir dakika bile ayrılmayan Zarin'in koluna bu sefer ben girdim. Bu zor gününde kimsenin onu kırmasına izin vermek istemiyordum. Beni parçalara ayıran kadına destek olacaktım bugün. Sadece bugün.
Ailenin üyeleri konağa girdiğinde ağlayış sesleri daha net kulağıma doluyordu artık. Gözlerimden akan yaşları gizlemek istercesine usulca sildim. Bu kadar insan acı çekerken benim gözyaşlarımın ne haddineydi meydan.
"Zarin, gel seni odama götüreyim. Kendine uzan biraz. Helak oldun bugün."
Zarin'in bağırışıyla birlikte babamın odasından çıkmış hızlıca konağın avlusuna inmiştik. Elinde tuttuğu telefonuyla transa girmiş gibi aynı sözleri tekrarlayan kız hepimizin yüreğine indirmişti adeta. Nazlı'nın öldüğünü öğrendiğimizde hemen hazırlanıp yola çıkmıştık. Dört saate yakın süren yolculuğumuzun ardından ancak cenaze törenine yetişebilmiştik. Yol boyunca Arslan'ın ne halde olduğunu düşünerek kendimi kahretmiştim. Zarin ise duyduklarını kabullenmek istemeyerek ağlayıp durmuş ve hep kendisini suçlamıştı. Kendisini suçlamasının artık hiçbir faydasının olmadığını bilmiyormuş gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÂYE
General FictionAnlamsızca bana bakıp pencereye doğru ilerledi. Baktığı gökyüzü bile onu ferahlatmamış olmalı ki geri döndü. Önce bir durakladı, söylemekte kararsız kaldı ama söyledi. Kustu içindekileri. "Sen bir kendine dürüst olsana!" Bağırışıyla sarsıldım, odamı...