Agliophobia; Acı çekme korkusu.
Büyük bir gürültü koltuğunda irkilerek gözlerimi araladım. Uyanır uyanmaz her zaman olduğu gibi ilk ona baktım. Zaten muhtemelen göğsünde uyuduğum için onu fark etmemem imkansızdı ama bazen uyurken ona yandanda sarılıyordum.
Şimdi yanımda yoktu, ama korkmama gerek yoktu çünkü içeriden bir bağırış sesleri geliyordu. Oldukça sinirliydi ama artık bu sinirinden korkmuyordum.
"Benim ölümümü bana anlattığının farkında mısın?" öldürücü derecede sert bir sesle. Yeniden bir şey kırıldı. Başka ses gelmiyordu. Telefonla konuşuyor olmalıydı.
"Ben istemezsem hiçbir şey olmaz, bunu aklında tut." yataktan ayaklarımı sarkıtıp ayağa kalktım ve kapıya ilerledim.
Kapıyı açtığımda gözlerim direkt mutfağın içinde deli gibi volta atan Pusat'a kaydı. Sinirini ve keskin gözlerinden çıkan öfkeli bakışı hissedebiliyordum.
"Sizin gibi işe yaramaz, korkuları olan sıradan insanların elinde mi öleceğimi düşünüyorsun?" gözlerini kıstı bir noktaya bakarken. Telefonu öyle sıkıyordu ki parmak boğumları bembeyaz olmuştu.
"Evet böyle susacaksın. Bundan önce verdiğin hadsiz cevaplarında hesabını soracağım sana." dedi ve telefonu kapattı.
Telefonu tezgaha fırlatıp ellerini saçlarına atıp karıştırdı. Ben kapının önünde dikilmiş onu izliyordum. Derin bir nefes alıp gözlerini kapatarak kafasını kaldırdı ve iki elini beline koydu. Sakinleşmeye çalışıyordu.
Dudaklarımı yalayıp mutfağa doğru ilerledim. Salon ile birleşikti zaten ve ben adım atmaya başladığımda bakışlarını bana çevirdi. Bana da kızgın bir şekilde bakıyordu.
Mutfağın kapısının önüne gelince yere baktım. Kaç tane bardak kırdığını bilmiyordum ama her tarafta küçük cam parçaları vardı. Hem de her yere.
Derin bir soluk bıraktığını duydum, ardından ayağındaki ayakkabınında yardımı ile camları hiç umursamadan mutfağın kapısının önüne geldi. Gözlerimiz buluştu.
"Ne oldu?" uykudan yeni uyandığım için sesim boğuk çıkıyordu.
"Sirtaki yapıyordum." büyük bir sinirle konuştu.
Ben yüzüne baktığımda uzun süredir bana bu derece sinirli baktığını görmediğim için kendimi aşırı derecede kötü hissedince ona doğru bir adım attım. O da kucak istediğimi anlamıştı.
"Dur bakalım." dedi ona yaklaşmamı önleyerek. İfadesiz bakışlarımı sinirli yüzüne yönelttim. "Bundan sonra kucak yok." anında kaşlarım çatıldı.
"Neden?" huysuz bir şekilde sorduğumda o da kaşlarını çattı.
"Aslan terbiye edeceğime, küçük bebek bakıyorum. Bundan dolayı olabilir mi?" dedi sinirle. Bunun için mi bu kadar sinirliydi.
"Ben mi bak dedim sana?" şimdi birbirimizi öldürecek gibi bakıyorduk.
"Dilin çok uzamasın..." dedi beni hafifçe kenara itip çıkarken. Omzumun üzerinden ona baktım. Tam yürürken durdu ve arkasını döndü. "Ha çizgi film izlemekte yok artık."
İşte buna üzülmüştüm, tam itiraz edecektim ama arkasını döndü ve koltuğa attı kendini oturduğunda yerinde dikleşip baş parmağı ile çenesini kaşıdı. Dilini alt dudağının içinde gezdirdi, dudakları ince bir çizgi halini alırken saniyeler sonra bakışlarını bana çevirdi. Ben hâlâ aynı şekilde ona bakıyordum.
"Gel buraya, her taraf cam. Dün çok fazla kan temizledim. Daha fazla uğraşamam." umursamaz bir şekilde konuştu, ama hâlâ sinirliydi.
Gözlerinin içine uzun uzun baktım. Ardından önüme dönüp mutfağa doğru çıplak ayağım ile bir adım attım.
"Hah bu ne şimdi?" sesi alay dolu geliyordu. "Çok mu umrumda sanıyorsun?"
Dediğine aldırmadan bir adım daha attım. Birkaç adım sonra kırık camların arasına ancak varacaktım. Şimdi sadece cam tozları ayağıma yapışıyordu.
"Git küçük aslan, git. Hatta camların üzerinde dans et. Sikimde bile değil." bir adım daha attım.
Sürekli o mu beni deneyecekti? Umrumda değildi canımın acıması. Madem onun da umrunda değildi, sıkıntı olmazdı zaten.
Bir adım daha attım.
Tam diğer adımımı atacaktım ki birden ters yöne çevrildim. Onun siyah tişörtünü görüyordum. Sıkıntılı bir nefes alıp beni kendine çekti. Saniyeler sonra kendimi onun kucağında buldum. Bacaklarımı beline refleks ile doladım.
"Ben ne yapacağım senle..." diye sinirle söylendi. Ben onu umursamadan boynuna sıkıca sarıldım.
"Çizgi film." dediğimde çoktan koltuğa varmıştı.
"Hay senin çizgi filmine." dedi ama artık sinirli değildi.
Bacaklarımı biraz çektiğimde o da koltuğa uzanmıştı. Her zamanki pozisyonumuza geldiğimizde bir elimi ikimizin arasına, onun karnına koyarken diğer elimlede baş parmağını sıkı sıkı tuttum.
"Bu sefer benim izlediğim çizgi filmi izleyeceğiz. Öyle her istediğin olamaz." dedi bu çocuk gibi sinirle söylenince gülesim gelmişti.
"Tamam." dediğimde elini kalçama atıp okşamaya başladı.
"Aferin." dedi ve televizyonu açtı. Daha önce hiç izlemediğimiz bir çizgi filmi açtığında kafamı kaldırıp bir daha yasladım yanağımı göğsüne. Yerimi ayarladığımda ikimizde bu sefer çizgi filmi izliyorduk.
"Çok hareketli, sevmedim." dedim, sadece süper kahramanlar vardı. Böyle animasyonları sevmiyordum.
"Bana ne." dedi ve beni hafifçe yukarı zıplatır gibi yapıp sıkı sıkı sarıldı.
Bir süre izledik, dokunuşları beni mayıştırmıştı. Onunda siniri geçmiş gibiydi.
"Acıktın mı?" diye sordu omzundan öpüp.
"Evet, ama makarna yemekten sıkıldım." o tavuk, et ya da güzel yemekler yapıp yerken ben sadece bildiğim şeyleri yapıyordum.
"Tamam dışarıdan yemek söyleyeceğim." dedi ve bedenini dikleştirdi.
"Ama reklamda yazan dakikayı bir saniye bile geçse, alırım içeri." öldürürdü.
"Hayır." diye huysuzlansamda o da evet diye direterek ben kucağındayken mutfağa doğru ilerledi.
Ne yemek yiyeceğimizi değil, adamı öldürüp öldürmeyeceğini tartışıyorduk.