Saldırı

356 32 0
                                    

Hemen açıp okumaya başladım. Loş ışık yüzünden daha iyi görmek için kağıdı yüzüme yaklaştırdım.

 "Sevgili Doğay, ciddi bir saldırı altındayız. Sen de tehlikedesin. Avcılardan biri yaralandı. Ona yardım etmeye çalışıyorum. Senin de yardımın gerekiyor. Sonra tekrar uğra."

 Bu mektup benim için yıkım olmuştu. Günlerdir almaya korktuğum bir haberdi. Vampirler... Bizim için büyük tehditti ama asıl kimin için geldiklerini biliyordum. Arayıp Deran'a haber verdim.

"Bunun tuzak olmadığını nereden biliyorsun?"diye cevap verdi. Bunu söylemesini beklemiyordum.

"Bana mı tuzak kuracaklar?"

"Yani pek mantıklı değil ama vampirlerle baş edebileceğini düşünen kişilerden bahsediyoruz."

"Lamia'yı görmemiz ve bu. Bütün bunlar tesadüf olamaz."

"Evet. Ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Bu arada sonra derken ne zamandan bahsediyor?"

"Akşam geleceğim."

"Tamam buraya dön."

Ne kadar ısrar etsem de hemen eve gelmem konusunda ısrarcı davrandı. Böylece spor arabaya binip eve geri döndüm.

Eve geldiğimde salonun ortasında sessizce duruyordu. Deran hiç yaşıtlarım gibi akıllı telefon ya da televizyon başında zaman geçirmiyordu. Şimdi de kitap okuyordu. Kızların onda ne bulduğunu şimdi daha iyi anlıyordum. Garip bir soğukkanlılığı vardı. Bu da onu daha havalı yapıyordu.

"Eski bir alışkanlık. Bilgisayar ve televizyon benim için çok yeni." Dedi elindeki kitabı bırakıp. Yeterince sessiz gelmiştim ama o geldiğimi fark etmişti tabii ki.

"Aklımı mı okuyorsun?"

"Tam olarak değil. Uzun süre ölmemenin getirilerinden biri. Basit duygulanımları algılayabiliyoruz. Sen de bana şaşkın şaşkın bakıyordun. Muhtemelen diğerlerinden farklı olduğumu söyleyecektin. Aynı cümleyi yüzlerce kişiden duyuyorum. Ama biliyor musun bazen farklı olmak sıkıcı oluyor. Yaşayacak bir şey kalmıyor.”

"Nasıl bir şey peki? Vampir olmak..."

Uzaklara daldı. Bakışları sertti.
"Soğuk.” dedi kesin bir ifadeyle.

Onunla her geçen saniyem heyecanlı ve farklıydı. Beni ona çeken sadece ölümsüzlüğü değil yaşanmışlığıydı. Gerçek üstü olgunluğuydu. Bana her dokunduğunda kalbim duruyordu sanki. Soğukluğu damarlarıma kadar işliyor beni kendine çekiyordu. Buraya geldiğimizden beri yatakta, koltukta beni kollarının arasına alıp saatlerce hareketsizce gözlerimin içine bakıyordu. Dışarıda bizi bekleyen tehlikeleri düşündükçe kalbim sıkışıyordu.

“Biliyor musun kitaplardan daha ilginci var.” Dedi parmaklarının uçları boynumda dolaşırken “Bu insanların arasındaki duygu… Bağlanma… Bizdeki kölelik sistemine hiç benzemiyor. 500 yıl da yaşansa hiç yaşamadığı bazı şeyler kalıyor. Bunu bir insanla yaşamak garip.”

Ağzından çıkanları hayretle dinliyor ama verecek cevap bulamıyordum. Hem mutlu hem mutsuzdum. Çünkü olacaklardan korkuyordum.

“Artık gitmem gerekiyor.” dedim koltukta kendimi toplayıp. Dışarıda hava kararmak üzereydi.

“Ben de geleceğim.”

“Hayır, kararları kesin. Gördükleri yerde sana saldıracaklar.”

“O zaman seni bırakacağım.” dedi buna karşı çıkmadım. Ondan ayrılmak istemiyordum. Her anım her saniyem onunla geçsin istiyordum.

Spor arabanın camları siyah olduğu için Deran da onu tercih etti. Karargaha varınca Deran'ı arabada bırakıp koşarak merdivenleri çıktım. Yukarısı kalabalıktı. Barlas yine bana hayal kırıklığı dolu gözlerle bakıyordu. Gözleri kızarmıştı. Yorgun görünüyordu.

Başında durdukları kişi avcı grubunun başını çeken kızdı. Başında ağlayan diğer avcılardan duyduğum kadarıyla adı Melisa'ydı. Her zaman burnu havalarda dolaştığından bana bizzat ismini söyleme lütfunda bulunmamıştı. Yüzü bembeyaz olmuştu ve dudakları morarmıştı. Rahibe bir köşede sıvılarla uğraşıyordu.

“Panzehir işe yaramıyor mu?” diye sordum.

“Onu çok geç bulduk. Yanına gittiğimde çoktan zehir kalbe ulaşmıştı. Onu öldürmeden zehri temizlemenin yolunu bulamıyorum. Şu an yarı ölü zaten.”

Durum ne kadar umutsuz da olsa rahibe panzehir hazırlamaya devam ediyordu. Ortalık çok dağılmıştı. Sıvıları ve bitkileri düzenlemeye başladım. Barlas yanıma geldi ve fısıltıyla konuşmaya başladı.

“Ormanda devriye gezerken saldırdılar. Avcı olduğumuzu anladılar. Birkaç kişilerdi. Melisa’yı kaçırdılar. Sabah akşam aradık. Ona ne yaptıklarını tam olarak bulamadık. Onu bulduğumuz yer… Korkunçtu. Mezbahane gibiydi. Bu bölgede görülmemiş bir şey. Çok sayıda vampir gelmiş görünüyor. Diğer bölgelerden yardım istedik.”

“Sana söyledim. Bana inanmadın.” dedim kızgın bir şekilde.

Yüzüm tezgaha dönük ara ara Barlas’a bakıyordum. İçeride bir hareketlenme oldu. Barlas koşa koşa yatağın diğer kenarına geçti. Bazıları silahlarını çıkarmış nişan pozisyonunu almışlardı. Arkama döndüğümde namlunun ucundaki kişiyi gördüğümde şaşkınlıktan bayılacaktım. Deran öylece karşımızda dikiliyordu.

Yavaş yavaş ellerini havaya kaldırdı. Hafiften sırıtır gibiydi.

“Hadi ama vampir gibi mi görünüyorum?”

Barlas elinde tüfekle Deran’ın etrafını turluyordu.

“Vampirdin. Gözlerimle gördüm. Şimdi televizyonda göründüğün gibisin. Dönüşüyor musunuz?”

“Her neyse vampir olmayan birini öldürmeyeceksin değil mi? Hem zaten yardım etmek için geldim.”

“Senin yardımına ihtiyacımız yok.” dedi Barlas sertçe. Gözlerinde nefret vardı.

“Ciddiyim. Vampirlerle ilgili hiç bilginiz yok. Onlarla uğraşmayın. Kaç kişi olsanız dahi onlarla baş edemezsiniz. Ayrıca arkadaşınız ölmüş. Boşuna uğraşıyorsunuz.”

“Senden asla yardım almam. Görevimiz sizin türünüzü yok etmek. İnsanlığa yeterince zarar verdiniz.”

“Emin misiniz?”

Barlas Deran’a saldırmak üzereydi. Ancak Deran bir anda ortadan kayboldu.

“Nereye kayboldu? Şimdi buradaydı.”

“Sanırım hızlı hareket ediyorlar.”

“Peşinden gideceğiz.”

Bunun işe yarayacağını sanmıyordum. Gerçi içimden bir ses beni bırakıp gitmeyeceğini söylüyordu. Peşimizde bir vampir sürüsü varken bize yardım etmek isteyen yegane vampirin peşine düşmek çok saçmaydı. Barlas hep Deran’dan nefret etmişti. Şimdi tamamen duygusal sebeplerle bu kadar insanı tehlikeye atıyordu.

“Sen rahibeyle kal Doğay.”

Buna izin veremezdim. Peşlerinden koştum. Avcılar da çok hızlılardı. Sokağa çıkana kadar takip edebildim onları sonra sokağın ortasında öylece kaldım. Beynim durmuş gibiydi. Arabayı nereye koyduğumuzu hatırlamıyordum. Belki başka yere park etmiştir diye çevre sokaklara koşturmaya başladım. Belki arabaya binip gitmişti. Issız ve karanlık sokağa baktığımda içim ürperdi. Yine koşarak binaya geri döndüm. Belki de bina içinde bir yerlere saklandığını düşünerek binayı aramaya başladım. Onu bulduğumda sadece içim rahatlayacaktı. Ona bir şey olmadığını bilecektim. Vampirken ölmediğini biliyordum ancak aynı durum dönüşüm geçirmeden de olabilir miydi bilmiyorum. Bu endişe beni yiyip bitiriyordu.

Ayak sesleri geldiğinde daireye yakındım ve hemen daireye geri döndüm. Deran ortada yoktu. Onu bulamadıklarına sevinmiştim. Kendi aralarında ‘ne olmuş?’ diye soruyorlardı. Nihayet rahibe odadan çıktı. Endişeli görünüyordu.

“Kimse kalmamıştı. Bir anlık başka odaya geçmiştim. Geri geldiğimde yoktu.”

Geri geri gidip odanın kapısını araladı. Deminden beri başında durduğumuz yatak boştu.

Kara AyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin