"Victoria!"
Yüzü saf beyaz pürüzsüz güzelliğini kaybetmiş, hastalıklı bir sarıya dönüşmüştü. Çökmüş göz altları, morarmıştı. Siyaha çalan koyu kırmızı gözleri o kadar büyük bir nefretle bakıyordu ki saç uçlarıma kadar ürperdim. Hırıltılı sesler çıkarıyordu.
"Seni küçük yılan. Senin yüzünden Alex'i kaybettim."
Parmakları sertçe kolumu kavradı. Sivri tırnakları derimi deldi geçti. Dirseğimden yere kan damlıyordu. Hareket edemeyecek kadar canımı yakıyordu. Serbest olan bacaklarımla tekme atmaya çalıştım. Suratımın ortasına sert bir yumruk yedim. Kendime geldiğimde yatıyordum. Mutfak tezgahının üzerindeydim. Ellerimi ayaklarımı sıkıca bağlamıştı. Çaresizlikle çırpınıyordum. Korkudan ağlamaya başladım. Victoria elinde iki tane bıçaktan yansımasını izliyordu.
"Merak etme. Seni hemen öldürmeyeceğim. Acı çekmeni izleyeceğim."
Üzerimdekileri yırttı. Bir taraftan sürekli aynı cümleyi tekrar ediyordu.
"Büyük aşkımı çaldın. Büyük aşkımı çaldın..."
Elindeki bıçaklardan büyük olanı yavaş yavaş boynumdan başlayıp gövdeme doğru kesmeye başladı. Daha önce dikilen yerleri tekrar açarken bir şey hissetmiyordum. Sessizce ağlıyordum. Sanırım artık her şey bitmişti. Deran dışarıda avlanmaktan geldiğinde korkunç bir şekilde katledilmiş bedenimi bulacaktı. Akan kanlarım boğazımdan kulaklarıma kadar geldiğini hissedebiliyordum. Bir taraftan "Organlarını çıkaracağım tek tek. Ve gözünün önünde yiyeceğim." diyordu. Karşıma geçip baktı.
"Güzel bir çalışma. Bağlarını çözüp ellerini ve ayaklarından seni tezgaha çakarak devam edelim."
Kasabını bekleyen koyun gibi bekliyordum sonumu. Ama daha beni tek elimden dahi çakamadan Deran geldi. Gözlerimden yaşlar akıyordu. O güzel yüzüne, kırmızı gözlerine baktım. Bana göz ucuyla bakıyordu.
"Ne yapıyorsun?" diye bağırdı. Victoria bıçağı tam kalbime doğrultmuştu.
"Yaklaşma. Yoksa öldürürüm."
"Victoria, sakin ol. Lütfen. Seni Lamia mı buldu?"
"Evet. Beni kurtardı. Ama şimdi nerede bulamıyorum."
"Sakin ol. Susuz kalmışsın. O bıçağı bırak. Lamia heyetle birlikte öldü. Artık geri dönme şansları yok."
Victoria çıldırmış gibiydi. Saldırgan davranışları bunu duyunca değişti. Çok çaresiz görünüyordu.
"Nasıl olur bu?" diyerek inledi.
"Bak o artık yok. Tamam mı?"
"Hayır. O sizi cezalandıracaktı."
"Victoria, kendine gel. Sana yardım edeceğim. O bıçağı indir."
"Neden yaptın bunları bana? 200 yıldır hiç ayrılmadık. Seni hep korudum. Neden?" sesi titriyordu. "Seni sevdim."
"Ben seni hiç sevmedim Victoria."
Yırtıcı bir hayvan gibi sinirden kükredi. Bıçak tam kalbime girmek üzereyken nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kaydı ve alnımı sıyırdı. Görüntü bulanıklaştığımda kulağıma korkunç çığlıklar geliyordu. Görüntü, Deran'ın yüzüyle tekrar netleşti. Onu görünce içimi sıcak bir huzur kapladı. Ama sanki o bana eskisi gibi bakmıyordu. Yavaşça bedenimden akan kanları yalamaya başladı. O bunu yaptıkça hastalıklı bir zevk alıyordum. Nerede, nasıl olursa olsun onun yanındaydım ve muhtemelen ona da zevk veriyor olma ihtimalim beni mutlu ediyordu. Bu sonsuz huzurun önündeki tek engel kaybolmakta olan bilincimdi.
Kendime geldiğimde gördüğüm sahne tanıdıktı. Yine serumlar, ağlayan Deran, pansuman yapan Deran... Açıkçası bu sefer kurtulacağım hiç aklıma gelmemişti. Bu sefer istirahatım daha uzun sürmüştü sanırım. Arada hava kararıyor, bazen Deran yanıma yatıyor bazen uzakta bir sandalyede duruyordu. Serumu değişyiriyor bazen de bana çorba içiriyordu. Kaç gün geçtiğini bilmiyordum. Ama en sonunda yatakta doğrulabildiğimde oldukça iyiydim. Koltuğa çökmüş olan Deran'a iyi olduğumu ve kalkacağımı söyledim.
Yüzüme dikkatlice baktı. Hasta gibi görünüyordu. Acaba bana bakmak için beslenmemiş miydi?
"Gerçekten iyi görünüyorsun. Dolapta biraz yiyecek var. Artık görevim bitti. Işime bakayım. Sen de artık okuluna evine dön."
"Ne... Ne diyorsun sen?"
"Birlikte güzel zaman geçirdik. Her şey için teşekkürler. Ama artık veda zamanı geldi."
"Deran saçmalama bunu konuşmultuk."
"Bak, birbirimize uygun değiliz tamam mı? Hem neydi adı? Barlas seni çok seviyor. Birlikte mutlu bir yuva kurarsınız."
Ne yapmaya çalıştığının farkındaydım. Benden uzaklaşma ihtimali bile beni çok yaralıyordu. Gözlerimde biriken yaşları kirpiklerim zor tutuyordu.
"Sahil kasabasına yerleşelim demiştin."
"Düşüncesizlik... Bu ilişki asla yürümez. Git ve beni unut."
"Hayır böyle olmaz beni bırakamazsın."
Ayağa kalktı. Bana arkasını döndü. Ona doğru koşup arkasından sarıldım. Beni kendinden uzaklaştırdı. Bir süre kollarından tutup gitmesini engellemeye çalıştım. Beni tutup holdeki boy aynasının önüne getirdi, tek hareketle gömleğimin önünü tamamen açtı. Gördüğüm görüntü karşısında şok geçirmiştim. Göğsümün üstünde dev bir ters haç vardı.
"Görüyor musun? İşte biz buyuz. Korkunç yaratıklarız. Git ve hayatına bak. Kısa sürede unutursun." Yine arkasını döndü. Kapıya yönelmişti. Artık göz yaşlarımı tutamıyordum.
"Beni sevdiğini söylemiştin." diye bağırdım. Cevap vermiyordu. Yoluna devam ediyordu.
"Beni sevmediğini söyle." diye bağırdım arkasından. Hiçbir şey söylemedi. Tekrar bağırdım. "Beni sevmediğini söyle!" Yumruklarını sıktı. Arkası dönüktü.
"Seni sevmiyorum." dedi.
Hıçkırıklara boğuldum. Ortadan kaybolmuştu. Peşinden koştum. Kapıdan çıktım. Bahçede ağaçlıkların arasında kayboldum. Ancak ondan bir iz bile bulamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Ay
FantasyKaranlık... Tek duyumsadığım şeydi. Artık ne yaram acıyordu ne de kalbim. Duygularım alınmış gibiydi. Artık ne sevgi kalmıştı, ne de umut. Karanlığın bana getirdiği tek bir şey var. O da ölüm. Gözyaşlarımın sebebi donmakta olan bedenim miydi, yoksa...