Yayın Balığı

2.7K 127 31
                                    

Keşke suda yüzen bir yayın balığı olsaydım. Keşke tek yaptığım umarsızca suda yüzmek olsaydı. Keşke gittiğim yeri bilmeseydim de sonunda yalnız başıma kaybolup gitseydim.

Çevremdeki sürekli bir hareket var halbuki ben hiçbir şey duymuyor gibiyim. Her şey anlamsız geliyor. Kalbime öyle ağrılar giriyor ki, boğulacak gibi oluyorum. Acı ve uyuşukluk tüm bedenimi sarıyor. Gözlerimi kapatıp tekrar tekrar kendime bittiğini söylüyorum ve yine hıçkırıklara boğuluyorum.

Aşk acısının bu kadar derinden yaraladığını bilseydim asla aşık olmazdım. Onu ilk gördüğüm ve ilk aşık olduğum ana defalarca lanet ettim. Kendimden çok düşündüğüm, belki de uğruna canımı vermeye hazır olduğum erkek; beni aldatmıştı, bana yalan söylemişti, beni sevdiğine inandırmıştı. Benimle oynamıştı. Bu oyunu oynamak için ona ruhumu vermiştim.

"Doğay, hadisene. Koridora çıkalım, bacaklarımız açılsın."

Başak elimi tutup çekiyordu. Her teneffüs bunalımlı bir halde öylece oturur sıramdan kıpırdamazdım. Neyseki Başak halimi çok iyi anlıyordu. Hep yanımda olmasaydı belki bu dönemi çok daha zor geçirirdim. Biliyordum ki herkesin ortasında hıçkırıklara boğulsam, bana sarılıp gözyaşlarımı saklayacak biri vardı. Şimdiyse can sıkıcı bir biçimde, tepkiden yoksun, peşinden sürüklenişime takılmıyordu. Beni neşelendirmeye çalışıyordu. Beni kantine kadar sürüklemeyi başarmıştı.

"Hey bu Deran değil mi?"

Düşüncelerimin arasında ilk duyduğum şey buydu. Acaba az önce başka şeyler de söylemiş miydi?

"Deran da kim?" Dedim umursamazca.
Kantin duvarına asılı küçük televizyondan genç bir DJ gösterdi. Karşıdan canayakın duran iyi görünümlü biriydi. Ona uzatılan mikrofonlara konuşuyordu. Ne konuştuğunu kantinin gürültüsünden duyamıyor ve aslında pek de umursamıyordum.

"Ha, DJ'i diyorsun?" Dedin omuz silkerek. Başak sonunda tepkisizliğime kızmış gibiydi."

"Baksana kızım." Dedi yüksek bir sesle eliyle televizyon ekranını göstererek. "Ne kadar yakışıklı ya. Bir yapımcıyla anlaşmış. Sanırım bir dizide de oynayacakmış."

Televizyondaki yakışıklı erkekler maalesef dikkami dağıtamıyordu. Başak anladığım kadarıyla çocuğun sadece müziğini değil kendisini de takip ediyordu. Bense ömür boyu acı çekip çekmeyeceğimi merak ediyordum.

"Şu kovan bulma konusunda ne diyorsun?" diye sordu bir sandalyeye otururken. Masanın üstündeki boş tepsi ve çevresine saçılmış buruşturulmuş kağıtları umursamadık. Ben de karşısına oturdum.

"Kendi başımıza uygulamaları yapmak daha güvenli değil mi? Birbirimize de yardım ediyoruz. Açıkçası ben insanlara güvenmiyorum. Başımıza bela almayalım." Dedim ama Başak çok heyecanlıydı.

"Riskli olduğunun farkındayım ama tek başımızayken kendimizi nereye kadar geliştirebiliriz ki? Bir de bu yönden bak."

Bu konuşma içimi daha da karartmıştı. Bir senedir Başak'la wiccalık yani modern cadılık üzerine araştırma yapıyorduk. Gerçek büyüler yapmıyorduk elbette. Bu bir çeşit kişisel gelişim yöntemiydi bizim için. Gerçekte wiccalar kovan adı verilen gruplar halinde uygulamalar yaparlardı. Ancak bir kovan bulmak çok zordu. O yüzden biz de birbirimize yardım ederek tek başımıza wicca olmaya karar vermiştik. Kendi odalarımıza ayin düzeneğini yani altarlarımızı kurmuştuk ve günlük ritüellerimizi gerçekleştiriyorduk. Bu şekilde bilgimizin sınırlı olacağı ve yapacağımız  uygulamaların belli bir noktadan ileriye ulaşmayacağı belliydi. Bu yüzden Başak hep kovana girmek gerektiğinden bahsederdi. Sanki mümkünmüş gibi. Bazen hayal dünyasında yaşadığımızı düşünürdüm. Bu dünyayı paylaşacak bir arkadaşa sahip olmam da bu işin iyi yanıydı.
Bu hayal dünyasını daha birkaç aya kadar eski erkek arkadaşım Barlas'la da paylaşırdım. O da bizim gibi wiccalıkla ilgilenirdi. Hatta internet üzerinden ilk kovan bulma işine o girişmişti. Kovan yerine başka bir şeyler bulmuş olacak ki beni başka biriyle aldatmıştı. Bu konuşmaların içimi daha çok bunaltmasının sebebi buydu.

Kara AyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin