Avrupa ve Amerika'da cadılar bayramı olarak kutlanan ama aslı pagan olan bayram olan Samhain'e çok az kalmıştı. Sabbat töreninin Samhain'e bu kadar yakın olması beni düşündürmüştü. Acaba aynı anda iki tören mi yapılacaktı? Öyleyse bile Samhain gerçekte nasıl kutlanıyor çok merak ediyordum. Batı'da korkunç kostümler giyilip partilerle kutlanılmasına karşın, gerçek Samhain'in bununla uzaktan yakından ilişkisi olduğunu sanmıyorum. Milattan önceki dinlerin etkileri olarak hala bazı günler kutlanılıyor. Noel, paskalya kutlamaları tarihlerinden kutlama adetlerine kadar cadıların da kutladığı Yule ve Ostara'ya benziyor. Hatta bizde de Beltane adlı cadıların kutladığı bir bayram, Hıdrellez olarak kutlanılıyor. Ancak biz wiccanlığı bir din değil, gidilecek bir yol, ruhani gelişimimizde bize yol gösterecek bir uygulama olarak görüyoruz. Bana göre kadim bir çok uygulamanın ve kutlamanın hala hayatımızın içinde olma sebebi insanın doğadan kopamaması. Çünkü bütün bu günler aslında mevsim geçişlerine denk geliyor. Samhain de cadıların yılbaşı olarak kutlanılıyor. Kışın başlangıcı, doğanın ölümü...
Sabah içimden pagan bayramlarını sayıyordum ki telefonuma mesaj geldi. Mesajın Deran’dan olduğunu görünce çok şaşırdım. Bir daha ilgilenmez hatta görmezden gelir diye düşünüyordum.
-Öğle arasının tam ortasında göl kenarında buluşalım.- yazmıştı.
Derin bir nefes alıp verdim. Onu görmek istemediğime karar vermiştim ancak göle neden çağırdığını çok merak etmiştim.Bir taraftan kırılmaktan çok korkuyordum. Ama Barlas'tan sonra daha ne kadar zedelenebileceğim aklımı kurcalıyordu. İster istemez hayallere daldım. Barlas göl kenarında kız arkadaşıyla beraberken beni kuytuda görse şaşırırdı. Benim onun acısını atlattığımı hem de Deran gibi biriyle olabileceğimi görse nasıl birini kaçırmış olabileceğini tekrar gözden geçirirdi.
Göl kenarından nefret ediyordum. Kampüsün ortasına konulmuş yapay bir şeydi. Hava artık yağışlı olduğu için kalabalık olmuyordu. Tam sevgililerin sevişmesine uygun bir yerdi. Barlas'ı da o kızla öpüşürken orada görmüştüm.
Öğle arasının ilk yarısı çok zor geçti. Öğle arasının ortası dediği saat 12.30 olmalıydı. Tam saat vermemesi garipti. Gerçi onu normal bir gibi görmek hata olurdu. Bıluşmayı Başak'a söylemek zorunda kaldım. Neyse ki çok fazla konuyu açmadı. Son yaşadığımız hayal kırıklığından sonra yorum yapmak istemiyordu belli ki. Ama ne olacağını o da merak ediyordu herhalde ki beni engellemeye çalışmadı. Yemekhaneden aldığım yemek tepsisini önüme koymuş öylece bakıyordum. Boğazımdan geçmiyordu. Başak'a bu durumumu belli etmek istemiyordum.
Sonra Başak'ı yemekhanede bırakıp göle doğru yürümeye başladım. Bir fakülte geçtim ve göle doğru yürürken arnavut kaldırımlarını bırakıp yumuşak çimlere ayağımı bastım. Sonunda göle vardığımda Deran ortada yoktu. Anlaşılan yine beni ekmişti. Sanırım benimle dalga geçiyordu. Zaten ne olabilirdi ki? Yani neden benimle ilgileniyordu ki? Çevresinde mankenler bile vardı. Demek okulda olduğu sürede duygularıyla oynayıp eğlenmek için beni seçmişti.
Böyle düşüncelere dalmış göle bakarken omzuma birinin elini atmasıyla irkildim. Arkamda Deran'ı görünce çok şaşırdım. Geldiğini görmemiştim. Çalıların arasından mı çıkıp gelmişti?
"Kusura bakma biraz geciktim. Çok bekletmedim değil mi?"
Elinde bir buket mavi gül vardı. Şaşkınlıktan konuşamıyordum.
"Sana layık değil ama beğeneceğini düşündüm."
Gülleri aldım. Gözlerimi Deran'dan ayıramıyordum. Ben hareketsiz halde ona bakarken o güllere endişeli bir halde bakıyordu.
"Aman Tanrım, elin kanadı. Benim yüzümden oldu. Çok özür dilerim. Dikenlerini temizletmeliydim."
Kolumu tutup kanadığını fark etmediğim parmağımı ağzına götürüp emdi. Şaşkınlıktan felç olmuş gibiydim. Hiçbir şey söyleyemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kara Ay
FantasyKaranlık... Tek duyumsadığım şeydi. Artık ne yaram acıyordu ne de kalbim. Duygularım alınmış gibiydi. Artık ne sevgi kalmıştı, ne de umut. Karanlığın bana getirdiği tek bir şey var. O da ölüm. Gözyaşlarımın sebebi donmakta olan bedenim miydi, yoksa...