Şevki abi çizim yaparken onu izliyordum, elleri ustaca kalemi tutuyor ve kağıda naklediyordu sanatını. Kırışmış yüzünde tatlı bir ifade vardı işini en iyisi ile yaptığından emin. Kalem öyle güzel raks ediyordu ki ellerinde, içim huzur doluyordu izlerken.
Geçen hafta bu sayının çıkması gerekti lakin benim ailemle vakit geçirmemden dolayı işler biraz aksadığı için bir hafta ötelenmişti. Çok bilgi sahibi olamasam da yine ben ve Koçer'i çiziyordu Şevki abi.
Bu kez sessiz ve merakla bekliyordum sayının çıkmasını, yine çok büyük konuşmuş ortalığı velveleye vermiştim fakat şimdi büyük bir heyecan ile bekliyordum bizi nasıl çizdiğini. Sanırım artık daha küçük konuşmayı ve düşünmeyi 'asla' dememeyi öğrenmeliydim.
Büyük ve sesli matbaa makinasının durması ile düşüncelerime ara verip, gazeteleri sıraya dizdim büyük bir neşe ile Şevki abiye dönüp, "Fırından çıktı taptaze, el yakıyor ağabey. Soğumadan dağıtayım şu güzellikleri," dedim kendi kötü esprime yine kendim gülerek. Şevki ağabey tebessüm ile, "Hadi git bakalım, soğumasın güzellerin," dedi.
Bisikletimin sepetine doldurduğum gazetelerim ile düştüm yine yollara. Kasabamın yaşlı ve sohbetinden keyif aldıklarımı baş listeye koyarak tek tek dağıttım çoktan soğumuş gazeteleri. Kimi ile kapı önü sohbeti ediyor, kiminin evine girip çayını içip diğerine geçiyordum fazla uzatmadan. Niko amcanın evine giden yola girdiğimde saatime baktım, henüz erkendi. Öğlene dek vaktim vardı onunla sohbet edecek. Gülümsedim ve hızımı arttırıp boş ve tenha yolda şarkılar söyleyip, dilediğimce çığlıklar atarak, gidonu bırakıp ellerimi havaya kaldırarak, son hızda rüzgara kendimi adayarak arşınladım yolu.
Bisikleti hep olduğu gibi güzel kapının önünde bıraktım ve huzur kokan bahçeye adımlayıp Niko amcanın kapısını çaldım. Haftada iki kez uğramaya vaktim oluyordu buraya. Genelde bakkal yahut küçük çıraklar dağıtım yapıyordu ben ise yoğun olmayan günlerde dağıtıma çıkabiliyordum.
Niko amca beni güler yüzü ile karşılayıp eve davet etti. Kahve yaptım ve bahçeye çıktık. Kahvelerimizi yudumlarken bolca sohbet ettik, genelde eşinden bahsediyordu sanki ondan öncesi, sonrası yoktu. Anlattığı kadını bende çok seviyor ve onu dinlemekten keyif alıyordum. "Bugün gözlerinde farklı şeyler var Umay, anlatmak ister misin?" Dedi. Başımı önüme eğip, parmaklarımın düğümleri ile oynamaya başladım.
Aslında öyle çok anlatmak istiyordum ki içimdekileri, lakin yargılanmak beni korkutuyordu ama Niko amcayı artık tanıyordum, ondan başka kimse anlamaz, sırrımı tutamazdı. Derin bir nefes çektim ciğerlerime, gözlerimi gözlerine çıkarttım ve konuşmaya başladım. "Daha önce sana buraya neden geldiğimi anlatmıştım, hatırlıyor musun Niko amca? İşte senin de söylediğin gibi geçti o acım. Hemde beklediğimden çok kısa şekilde lakin hala korkularım ve güven eklikliğim var. Hem kendime bu güvensizlik hemde hayatımdaki insanlara. Fakat beklenmedik bir şekilde birşeyler oldu," deyip fincanı elime alıp tek dikişte bitirdim yarım kahvemi.
Niko amca ise sanki heykel gibi bıraktığım pozisyonda kalmış, sadece bana odaklanmış sakince devam etmemi bekliyordu. "Ailem geldiğinde Koçer varya, kahvehanesi olan," dedim. Genişçe gülümsedi ve "Biliyorum tabii, çok güzel bir çocuktur Koçer. En az benim kadar savaş verdi burada tutunmak ve yaşamak için," dedi.
Bende onun sözleri ile, "Hah işte onu annem ve babam çok sevdi. Üstelik buraya geldiğimden beridir de sağım, solum, hatta penceremin önü, düştüğüm çukur, düşen yaprak, kısacası heryerde, herşeyde yanıbaşımda buluyorum onu. Kafam mı karışık, yazgım mı, tesadüfler sarmalı mı? İnan bilmiyorum ama son birkaç zamandır onu düşünürken buluyorum kendimi. Yani öyle basitte değil üstelik, belki de onlarca saat harcıyorum onu düşünürken." Dedim ciğerimi tüketen bir soluk verip.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntisab
ChickLitKapak için @eskalayci_ 'ya sonsuz teşekkürler❤️ İntisab kelime anlamı ile; Bir yere, bir kimseye mensub olmak, bağlanmak anlamlarına gelen Arapça kökenli ve Osmanlıca da çokça kullanılan bir kelimedir. Herkese küs, herşeyden kaçmış bir kadı...