13. Bölüm

985 88 319
                                    

  Bazı insanlar için herşey zordu. Bu kadar zor bir hayat karşısında o bedende yaşayan insan harici kimse bilemezdi o zorluğun derecesini.

    Koçer anlıyordu hislerimi ama kendine çizdiği o kalın duvarlar yüzünden kabullenemiyordu besbelli. En ufak yakınlıkta dahi gözlerinin önüne bir set geliyor ve derhal uzaklaşıyordu. Bir yanım onu anlarken, diğer yanım kırılıyordu ona. Neden bu denli kaçıyordu sevgiden, ilgiden, duygulardan?

     Onun kaçar gibi gidişini hafif bir gülüş ile izledim. Elleri sallanıyor, bacakları uzunca açılıyordu giderken. Alt dudağımı ısırıp, sağ avuç içimi yanağıma koydum. Yanıyordu yanaklarım, eminim kızarmıştı da. Hemen toparlandım ona rezil olmamak adına ve eve geçtim. Kapıyı kapatıp, pencereye koştum.

    Evinin kapısı önüne gelmiş ve ardına bakmıştı. Ucundan açtığım perdeyi hızlıca kapattım. Sandalyeler dışarıda kalmıştı, battaniyeler de öyle fakat ne önemi vardı ki! Delicesine atıyordu kalbim, yerde duran battaniyelerden daha dağınıktı zihnim. Koltuğa bedenimi atıp gülümsemeye devam ettim. Şaşkın ördeğe benzemişti halim. Kendime de güldüm içli içli.

       Ne kadar süre durdum bilmiyorum o şekilde lakin duyduğum ezan sesi ile hızla doğruldum yerimden ve hazırlanıp mutfağa gittim. Büyük bir tepsiye yaptığım şeyleri doldurdum, ayrı bir tabağa da Edip'ime poğaça koydum ve yüklenip çıktım evden. Sabah ki enkaz burada durabilirdi ama gören insanların beni kınamasını istemediğim için tepsiyi yere bırakıp sandalye ve battaniyeleri içeriye bıraktım. Oysa işten döndüğüm vakit o manzaraya bakıp mutlu olabilirdim.

     Kapıyı kapatırken haprışık krizim tutmuştu yine fakat zayiatı yoktu. Kendimi iyi hissediyordum. İşte aradığım şey buydu, sevgi ölüm döşeğinde olan birini bile mutlu hissettirirdi. Umarım bu kez doyardım sevgiye. Tepsiyi alıp bahçe kapımı açıp, veda ettim güzellikler veren evime.

      Tempolu bir şekilde yürümeye başladım, kahvehanenin önünden geçerken Koçer çıktı ocaktan. Duraksayıp baktım ona. Edip'i çağırıp sarıldım. Onun için ayırdığım tabağı verdim, tekrar Koçer ile bakıştık. Gözlerini kaçırdı önce fakat biraz sonra gülümsedi ve yanıma geldi. Namaza yetişmesi gerekiyordu, ardımızdan kasap bağırarak geldi. "Koçer! Koş oğlum, cemaati kaçıracağız." Dedi, göbeğini tuta tuta koşarken.

     Kıkırdadım durup, kasapla beraber koşmaya başladı Koçer. Allah'a böyle güzel koşan kul, yüreğime nasıl koşardı acaba? Derin bir ah çektim ve tövbeleyip dükkana girdim.

      Şevki abiler dönene dek, kapı önüne çıkıp etrafa göz kulak oldum. Kimse kimsenin birşeyine el atmazdı ama bende artık bir esnaf olduğumdan olsa gerek, onlar yokken kendimi gözetmen olarak buluyordum. Bazen çırağı olmayan dükkanlara dahi bakıyordum. Büyük çıraktım ben. Kabanıma iyice sarıldım, dua etmeye başladım Rabb'e, güzellikler bulsun küçük ömrümü diye.

       Yine kol kola girmiş gülüşerek gelen esnaf eşrafına baktım, ömrümün en güzide eserleri idi bu insanlar. Şükrettim beni buraya getirmiş tüm nedenlere. Koçer'i ortaya almış, belli ki dalga geçiyorlardı kendi hallerinde. Fakat bu kez Koçer'in yüzü kıpkırmızı idi.

     Üzerinde sabahkinin aksine beyaz bir gömlek vardı, incecik. Ona bakarken donuyordum resmen. Böyle dikkatsiz davranmaya devam ederse, on yıl sonrası çökerdi bu adam. İçimde ki anne'ye dur diyemiyordum. Kulağından tutup, zorla sıkı sıkı giydirmek istiyordum onu.

      Şevki abinin sesi ile, irkildim ve gözlerim gözlerini buldu. "Kızım, neye kızdın sabah sabah hayrolsun?" Dedi. Gözlerimi kaşlarıma çıkarttım, dışarıdan bakınca komikti kesin ama farketmemiştim bile kaşlarımı çattığımı. Hemen mimiklerimi düzelttim ve bana bakan topluluğa gözlerimi çevirdim. Katıla katıla gülüyorlardı halime. Gözlerim onu buldu derhal. O da bana kaçamak gözlerle ve tebessümle bakıyordu.

İntisabHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin