17. Bölüm

951 82 353
                                    

     Saat akşam altı'ya gelirken Edip kapıda belirdi. "Umay abla, gelsene bir," dedi içeri girmeden. Panik oldum ve hızlıca dışarı çıktım. Çenesini kavrayıp yüzünde ki duygu kırıntılarını aradım telaşla. Fakat serseri kıs kıs gülüyordu. Beni küçük elleri ile duvar tarafına çekti. "Ne oldu bebeğim? Birşey mi var, içeri neden girmedin?" Dedim telaşım azalmaz iken.

    Sol elini dudağına kapatıp kıkırdadı yine, saçlarını sevdim bebeğimin. Gülmesi kesilince etrafa kuşkucu bakışlar attı, elini koluma koyup aşağı eğilmem için çekiştirdi. Kulak hizama gelince ise, sol elini kulağıma siper ederek, "Koçer abim seni kahvehanenin karşısında ki arada bekliyor. Kimse duymasın dedi." Dedi. Duyduğum şeyle anında kalbim gümbürdemeye başladı. Derin bir soluk alıp, ben de onun kulağına, "Tamam, hemen geliyorum. Hangi ara gösterir misin?" Dedim.

    Yüzlerimizin birbirinden ayrılmasından sonra, güzel gözleri yüzümü taradı, dişlerini göstererek güldü ve, "Koçer abim de böyle kırmızı yanaklı oldu, söylerken. Bak şu taraf," deyip minik eli ile gösterdi evimin zıt tarafını. Sonra koşarak o tarafa doğru gitti.

    Bende hızlı bir soluk bıraktım havaya, eğilmiş bedenimi dikleştirdim ve etrafa göz atıp içeri girdim."Şevki abim, ben çıkayım mı?" Dedim yüzüne bakmadan, utanç yine sarmıştı dört yanımı.

    Şevki abi önünde ki kitaptan başını kaldırmadan başıyla onayladı beni 'iyi akşamlar' dileyip paltomu giyindim, çantamı aldım ve kütüphane kısmına geçip cep aynamı çıkartıp yüzüme baktım. Akmış göz kalemimi düzelttim, rujumu tamamen silip, saçlarıma da bakıp çıktım dükkandan.

    İlk buluşmamız, tüm bedenim hatta ruhum bile titriyordu. Bizim ilk sevgili buluşmamız.. Ellerim sırılsıklam olmuştu terlemekten, sürekli paltoma silip duruyordum elimi. Boğazımda sanki bir yumru vardı ve ben sürekli yutkunuyordum. Bedenim yanıyor fakat heyecandan tir tir titriyor, yere sağlam basamıyordum. Gözlerim delicesine etrafı süzüyordu, kahvehaneye yaklaşınca ara sokağa baktım.

      Bir evin duvarına yaslanmış, sağ ayağını da duvara kaldırmış, siyah uzun paltosu, elinde ki tesbihe odaklanmış bakışları ile parlıyordu adeta. Kahvehaneye baktığımda ise hayli kalabalıktı. Kime emanet etmişti acaba? Tekrar ona çevirdim yüzümü, beyaz gömleğini giymiş, altında kumaş siyah pantolonu ve yumurta topuklu kundurasını giyinmişti. Saçlarını geriye doğru taramış, yüzü yeni traş olmuş, geriye güzel bıyığı kalmıştı pürüzsüzlüğünü bozan.

     Benim için özel olarak hazırlanmıştı, hala beni farketmemişti. Bense doyasıya seyretmek için aheste aheste yürüyordum yanına doğru. Bıyığını seviyordum. Hele tek eliyle alttan alttan düzeltmesi içimi gıdıklıyordu. Ahh, sanırım yüreğim uçup gidecekti yerinden.

     Yanına iyice yaklaştığım vakit, beni farketti ve ayağını duvardan indirip, dimdik durmaya başladı. Tesbihini pantolonunun cebine attı, paltosuna yalancı bir düzen verdi göğüs kısımlarından çekiştirerek. Yanına vardığımda bir süre karşılıklı bakıştık. "Nasılsın?" Dedi sonunda. "İyiyim, sen nasılsın?" Dedim gözlerimi, gözlerinden kaçırırken.

    Kocaman bir gülüş sundu bana, "Şükürler olsun." Dedi sert bir tonlama ile. Sanki sadece haline değil de, genel olarak şükür eder gibiydi dile döküşü. Yüzüme yapışmış tebessüm ile baktım çekinerek gülüşüne. Sol tarafıma adım atmasıyla, sözsüz bir iletişim ile yürümeye başladık.

     Yanyana, aynı adımları atıyorduk yürürken. Ellerini ceplerine sokmuştu. Başı öne eğik yürüyordu, heyecanlı idi benim gibi, hissediyordum. Kışın getirisi ile sokakları sadece lambalar aydınlatıyordu. Serin ve temiz hava ciğerlerimize doluyor, ruhumuzu temizliyordu. Karanlık sokaklarda yürümeyi hep sevmiştim zaten.

İntisabHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin