15. Bölüm

1K 93 157
                                    

     Neydi onun bana bu denli yaklaşması, nasıl olmuştu da o hale gelmiştik, hiç bir fikrim yoktu.

    Gece uyuyamadım, sabahı da edemedim üstelik. Uzandığım yatağımda, zifiri karanlık tavana bakıp durdum sabaha dek. Gözlerimi kırmayı dahi akıl edemiyor ancak gözlerim yaşarınca göz kapaklarımı kapatıyordum. Çok doluydum, taşıyordum adeta.

      O da benim gibi miydi sahi? Uyumuş muydu, yoksa pişman mı olmuştu yakınlığımızdan ama gülümsemişti hemde ağız dolusu gülümsemişti bana. Neden bir an önce sabah olmuyordu sahi? Şimdi sahile gitsem, başıma iş gelir miydi? Yerimde duramıyordum düşünmekten.

      Kitaplarda anlatılanlardan daha güzeldi bu hisler, demek ki yaşamak gerekiyordu. Niko amca bıkmadan anlatırken karısını bazen hayret ediyordum. Meğer yaşamak lazımmış anlamak için. Onu, aşk romanlarını şimdi daha iyi anlıyordum.

     Eve getirdiğim dergileri karıştırmaya başladım, gaz lambam eşliğinde. Kış olduğu için geceleri çoğunlukla elektrik olmuyordu. Koçer ile ilgili olan her bir satırı, her bir çizimi beynime nakış eder gibi inceliyordum. Genelde hep burada görmediğim kadınlar ile çizmişlerdi onu, sanırım hayali karakterlerdi. Birşeyler arıyordum, ne aradığımı bilmeden. Derin bir kıskançlık dürtüsü vardı içimde.

    Çoğunun erotik komedi olduğu dergileri incelerken bir şey buldum. Bu kesinlikle Koçer'in kurabileceği bir cümle idi. Çizimde Koçer ve bir kadın öpüşürken çizilmiş yandan çıkan konuşma baloncuklarında ise şöyle yazıyordu, "Biliyorum sen de sevemezsin beni. Eyvallah!" Bulduğum şey nahoştu kendimce, benden başkası ile gerçekten bu denli yaklaşmış mıydı? Ya da gerçekten geçmişinde bir yarası mı vardı onu 'kalık' olmaya iten?

     Umarsız kara kış gecesinin ipliği, güne kavuşuncaya değin inceledim durdum. Nedense o çizim tekti, o kadının sureti de tekti. Hoşuma gitmeyen birşey vardı, çözülmeli idi. Şevki abiye üstü kapalı soracaktım bunu.

     Sabah ezanı ile evden çıktım, mutluluğum hat safhadaydı. Heyecan ile yavaşça yürümeye başladım onunla denk gelmek ve dünkü gibi yan yana yürümek istedim. Göz ucu ile süzüyordum kaldığı yeri. Dükkana bağlı bir yerdi, acaba kaç odası vardı? Hastayken kapısına gittiğimde çok az görebilmiştim odalığını.

    Ellerim heyecandan sırılsıklam olmuştu, adımlarım neredeyse durmak üzereydi. Nerede kalmıştı? Sabah namazını hiç es geçmezdi. Derin bir nefes çektim içime, kışın temiz ve yakıcı oksijenini tattım. Umudum kesilmiş, köşeyi döndüğüm vakit gördüm onu. Sol eli cebinde, sağ bileğinde tesbihi parmaklarının ucunda ise sigarası vardı. Ayağının birini duvara kaldırmış, başını önüne eğmiş düşünceli bir şekilde duruyordu öylece. Konuşmalı mıydım? İlk ben mi adım atmalıydım bilmiyordum. Kendim ile harp halinde idim sanki.

     Bugün öyle özenmemiştim de kendime dünkü gibi. Her zaman giyindiğim İspanyol paça pantolonum ve siyah örme kazağım ve üstümde de her zaman ki uzun siyah paltom vardı. Yüzüme de birşey sürmemiştim, saçlarımı tarayıp çıkmıştım işte. Hep olduğu gibi. Beni beğenmez miydi acaba? Dün süslendiğim için mi öyle yaklaşmıştı bana? Yoksa beni beğenmiyor muydu bu süssüz ve kokusuz halimle?

    Birkaç saniye içinde beynimden geçenler, beni nerede ise uçuruma sürükleyecek hale gelmişti. Hüzün yüklendi yüreğime, dudaklarım aşağı doğru kıvrılmış, gözlerim ise dolmuştu bile o birkaç saniyelik düşünceler içinde. Tam önünden geçtim, hissetmedi beni. Haklıydım demek ki, süs imiş onun dikkatini çeken şey. Başım önüme eğilmiş, sırtım bir kambur gibi bükülmüştü. Titreyen ellerim ile çevreye bakmadan dükkanı açtım.

     İçeriye girmeden önce yerde birkaç kağıdın varlığını hissettim. Üzerine taş konmuştu. Şevki abiye mi gelmişti yoksa Şevki abi benim için mi bırakmıştı. Eğilip büyük taşı kenara bıraktım ve zarf olduğunu farkettiğim şeyi aldım. Dükkana girip zarfı inceledim, isim vs hiçbir bilgi yoktu. Bomboştu ama zarf düzenli bir şekilde kapatılmıştı yani içi dolu idi. Beni saran merakı kenara bırakıp, Şevki abiyi beklemeye karar verdim.
 

İntisabHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin