Ensesinde gezinen yabancı nefesle birlikte gözlerini araladı Mete.
"Hey."diye mırıldandı Ogün etrafın boş olmasını fırsat bilerek dudaklarını Mete'nin ensesinde gezdirip kendini hatırlatırken. "Bu surat ne ?"
"Ha."dedi Mete bıkkınca oğlanı süzerken. "Uykusuzum biraz."
Mete bardakları kurulayıp ters biçimde tezgaha ve askılara yerleştirirken umursamazca süzdü oğlanın beklenti dolu bakışlarını. "Peki."dedi oğlan dudak büzüp. "Seni uyandırmamı ister misin?"
Mete çarpık bir gülüşle in cin top oynayan mekana bakındı. Akşam yapılacak canlı müzik için okul çıkışı provaya gelmişti Ogün ve diğerleri. Bu nedenle rahat olabilirdi. Zaten patron denilen yağ fıçısı da genelde gündüzleri mekanda durmaz geceleri ise misafirlerini ağırlamakla meşgul olurdu. Mete ise İstanbul'daki son günlerini geçirmenin verdiği bir buruklukla duraksadı.
İçinde yeşermesine izin vermediği ne kadar duygu varsa birikmiş ve yollarını tıkıyor gibiydi. Mete kendisini ele geçiren fikirlerle boğuşmaktan geri duramıyordu.Yutkundu ve kendine sek bir viski hazırlarken elindeki puroyu ateşledi hafifçe.
Azra ve Atınç'ı tanımıyorken her şey daha kolaydı.
Uzak bir köy gibiydi Mete. Orada olduğu bilinen. Ha karlı dağların ardındaki bir tepede ıssız bir ev. Ha terk edilmiş izbede bir gecekondu gözlerden ırak. Orada olduğu bilinen ancak gidilmeyen,görülmeyendi. Gelmeyendi. Gelmeyecek olandı.
Şimdi uzak bir köyün izbe gecekondusuydu yine lakin derme çatma bir soba etkisi yaratıyordu. Kardan borandan fırtınalardan koruyamazdı onları. Buz saçakları vardı ve buzlu yollar. Dağlardan inen kar çığ gibiydi belki. Cılız bir gecekondunun zayıf sobası ısıtmıyordu onları. Cılız bir sobaydı ateş olsa cürmü yer yakmaz bir ıssızdı.
Ama..
Oradaydı işte. Cılız da olsa ateşiyle hissediliyordu.
Belki iyi bakılacaklardı. Bir sobadan çok daha fazlası kadar sıcak olacaklardı gelecekleri. Ama Mete düşünmekten alıkoyamıyordu kendini.
Zira bir kez kan kana karışınca damarda durmuyor akan kan. En deli çağlarında ve yerinde durmaz halde aksa dahi. Hollanda'ya döndüğünde eski hayatına kaldığı yerden devam edecekti. Dağhan pek de kibar olmayan bir biçimde siktir etmişti biletini alarak onu. Başından beri istediği olacaktı Mete'nin. Zaten burada boşa geçen bir kaç haftanın hatta neredeyse bir ayın haricinde pek bir bağı yoktu geçmişle.
Bir borcu vardı abisine. Ödenmesi gereken bir bedel gibi. İki çocuğu birbirinden ayrılmasın diye "amca" olarak gelmişti işte. Azra ve Atınç birbirinden ayrılmayacaktı. En azından Azra reşit olup kardeşiyle bir yol çizecekti. Ayrı evlerde ayrı hayatlarda değil de bir çatının altındaydılar. Atınç gibi bir çocuk kendine yeni bir aile bulmakta zorlanmazdı aksi takdirde. Ama Azra duvarlar arasında solan bir gonca gül gibi dökerdi yapraklarını.
Şimdi dönünce ne değişecekti pekala?
Mete yeniden eski ihtişamlı ve şatafatlı gecelere dönmek istiyordu. Onun için her yolun berrak olduğu her kapının güzelliği ve lacivertlerine açık olduğu dünyasına. Eğlencenin tüm gece sürdüğü ve sabahın ilk ışıklarına kadar düşünmenin anlamsız olduğu bir dünyaya.
Her anı yaşanacaktı ve sabahında hatırlamaya lüzum yoktu. İnsanlar gelecekti ve gidecekti. İsimlerini hafızada tutmaya gerek yoktu. Gece güne dönecekti. Pişmanlığa yer yoktu. Ya şimdiydi ya aslaydı. Gelişine yaşanacaktı. Oyun oynaması gerekiyorsa oynanacaktı. Kim isterse o olduğu ve bütün gece durmaksızın eğlencenin dibini gördüğü bir dünya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntizar
RomanceHayranlık ile nefret arasında ipten ince bir çizgi vardır Lakin... "Sana intizara kıyamıyorum..."