'Ne anlaşması' dedim ifadesizce 'Şöyle' dedi elindekileri bırakıp yanıma otururken. O oturunca biraz çekildim. 'Kusura bakma' dedi kendini çekerken. Kendi aklınca ondan rahatsız olduğumu düşünmüştü ama ben ona daha fazla alışmamak adına çekilmiştim. Ona alıştığımı hissediyordum yani belki Ediz'e benzemesi yüzünden belki benimle ilgilenmesi yüzünden ona alışıyordu. Bu iyi bir şey miydi kötü bir şey miydi bilmiyorum. Bir yabancıya alışmak daha doğrusu tanıdık olduğuna inandığım bir yabancıya alışmak 'Bekle, kaçmaya çalışma' deyip odadan çıkarken. Kapıyı tam kapatmadan çıktı. Fırsat bu fırsattı gidebilirdim ama şu an bunu istemiyordum. Kalkıp bir adım atsam gerisi gelir miydi bilmiyorum ama o adımı atmak istemediğimi biliyordum.
Kitaplarda bu kararsızlığımı kalbin ve aklın savaşı olarak okumuştum. Kalbin genelde kalmak isterdi ama beynin kalkıp gitmesini söylerdi. Hayır benim kalbim de beynim de kalmamı söylüyordu. Tuhaftı ama şöyle bir şey vardı ki ben bir aşk kitabının içinde değildim ben acı içinde yaşamaktan bıkan ve bu acıdan kurtulmak isteyen bir kitabın içindeydim ve nasıl acıdan kurtulacağımı da az çok biliyordum. Kendi kitabımı yazıyordum Kendi sonumu kendim yazacaktım ve bunu ağırlığı altında içten içe eziliyordum.
Tuhaf olan diğer şeyse aklım ve kalbimin uyum içindeyken benim acım gram olsun azalmamıştı. Suç kalbimde veya aklımda değildi suç ruhumdaydı. Ruhu acı içinde olan biri her şeye rağmen acı çekerdi. Benim acı çekmem için önce ruhumun iyileşmesi lazımdı acıdan arınması lazımdı.
Aklım ve kalbimin uyumuna rağmen ayaklandığımda kapıdan çıkacakken onun sesini duymamla ayaklarım birbirine dalaştığında duvardan destek alarak dengemi sağladım.
Aklım ve kalbim kazandı!
Sonunda pişman olacağım bir kazanmaydı!
Biliyordum!
'Oradasın dimi kaçmadın' sesinde alay hariç başka anlam veremediğim bir ton vardı 'Şu an tam kaçıyordum' arkamı dönüp koltuğa yürüdüğüm sırada kapının hızla açıldığını hissettiğimde dönüp ona baktım 'Ne oldu' 'Kaçmaya çalıştın sandım' alayla gülümsemeye çalıştım 'Henüz değil' kaşlarımı çatarak yüzüne baktım 'Ayrıca gitmek istememi kaçmak olarak tabir etmezsen sevinirim ben hür bir insanım' burnundan sert nefes vererek gözlerini benden çekmeden bana yaklaştı 'İntihara kalkışmış hür bir insansın' burnumdan soluyarak ona baktığımda saf bir ifadeyle bana baktığını gördüm. Ağlamamak için dişlerimi sıkarken gözlerimi kaçırdım, anla Meriç gözlerinin rengi bile farklı o Ediz değil!
'Ne anlaşması' dedim sabırsızlığımı belli edecek şekilde 'Oturalım' dedi koltuğu işaret ederken. Oturduktan sonra ona baktım 'Bak ben polisim ve bazı nedenlerden düşmanım çok. Seni araştırmaya başlamışlardır ve olası bir şekilde seni gördüklerinde benim yüzümden seni öldürürler' yüzünde gergin ve endişeli bir ifade vardı 'Niye senin yüzünden beni öldürmek istiyorlar? Senin ve benim, aramızda hiç bir bağ yok ki' dedim dediklerine anlam vermeye çalışırken. Polisti düşmanları olabilirdi tamam ama onun yüzünden beni niye öldürmek istesinler ki! Göz göze gelince yerimde huzursuzca kıpıdandım. Göz göze gelmesek yüzüne daha fazla bakabilirdim. Ediz'i daha fazla görebilirdim
Hayır Meriç! O gece Ediz değil!
'Senin benim için özel biri olduğunu düşünüyorlar' 'Neden' dedim dünyanın en saçma şeyini duymuş gibi 'Benimle gördükleri için' dediği burnumdan gülmeme neden olurken ciddi ifadesini gördüğümde ifademi düzeltip konuştum 'Her yanında gördükleri kızın senin için özel biri olduğunu düşünmüyorlardır emin ol ayrıca dediğim gibi ölmek' ölmek kelimesi zihnimden dilime süzüldüğünde beynim ve dilimde aynı anda acı hissettim. Ölmek kelimesi bile böyle tarifsiz acı verirken kim bilir canımı ne kadar çok yakardı! Ama ben anım artık yanmasın istiyordum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UÇURUM
Tiểu Thuyết Chungİntihara teşebbüs kanser gibiydi. Kanser oluştuğu yerde kalmaz etrafındaki hücreleri sara sara çoğalırdı, insanın etine yerleşirdi, içini sarardı. İntihar fikri ilk zihnimde oluşmuştu ama sonra zihnimden sıyrılıp içimi sarmıştı. İnsan kaderini kendi...