Aşk mı zoru seçerdi? yoksa insanlar mı zoru? Aşk mı can yakardı? yoksa insanlar mı başkasına acı çektirecek kadar sadist? Kim bilebilir ki cevapları? körü körüne aşıkları mı? yoksa aşka inanmayanlar mı? Aşk beyaz kadar masumsa neden acı çekerdi insan?...
HARRY'NİN KESİTİ
Sabah çalan telefonun sesi uyanmamı sağlamıştı. Aslında bırakın telefon sesini kafamda davul çalsanız uyanmazdım da Karen'ın uyanmasını istemediğim için kalkıp telefona baktım. Arayan Niall'dı. Cevaplayarak telefonu kulağıma götürdüm."Alo?" dedim boğuk çıkan sesimle.
"Harry, Karen orada mı?" Sesinde tanımlayamadığım bir neşe ve bir heyecan vardı. Ahh! herneyse uyuyacağım ben yaa!
"Niall sana çok mantıklı birşey soracam. Sence Türkiye'de saat kaç?"
"Oh dostum tamamen unuttum üzgünüm. Sanırım orada sabah ve ben seni uyandırdım."
"Helal olsun be nerden bildin?" dedim alayla. Şu eşşeğin aptallıklarını seviyordum.
"Geç zıbar anasını satıyım işin gücün yok laf sokuyorsun."
"Kızma lan kızma. Uyanınca söylerim Karen'a aradığını."
"Sağol dostum. Görüşürüz."
"Görüşürüz." Diyerek telefonu kapattım. Sol tarafa döndüm ve sol elimi yastığın altına koyup gözlerimi yumdum. Uykumu kaçırdı götveren gel de uyu şimdi. Sağıma dönüp tekrar uyumayı denedim. Olmadı. Yorganı kafama çektim yine uyuyamadım. Telefonu alıp saate baktım ve oldukça erkendi. Belkide otelde beş buçukta uyanan tek aptal benimdir diye geçirdim içimden.
Madem erken uyandık değerlendirmek için yataktan kalktım ve Karen'ın yatağının hemen baş ucundaki pufa oturup onu seyretmeye başladım. Lanet olsun yine aynı şeyleri yaşıyordum. Kalbim çarpıyordu ona bakarken, içimden ona sıkıca sarılmak geliyordu, vücudumdan elektrik akımı geçmiş gibi hisettiriyordu. Rüzgarı bile yetiyordu beni benden almaya. Aşıktım. Kim ne derse desin ona körü körüne aşıktım. Elbette suçluyum, elbette hatalıyım. Ama sus desem susar mıydı kalbim? Olmuyordu. Sevme diyordum unut onu diyordum ama nafile. Öyle bir acı saplanıyordu ki sol yanıma. Sanki kalbim unutmam diyordu.
Düşüncelerini öğrenmek için nelerimi vermezdim. Acaba benden dediği kadar nefret ediyor muydu? Sallamıyor gibi görünsemde ne zaman Niall ona dokunsa, öpse veya herhangi bir sevgi sözcüğü sarf etse o kadar acıyordu ki içim. Kırılan parçalarımı toplayamıyordum bile. Kafayı mı yiyorum diye düşünmeye başladım. Kız gibi ağlıyorum. Sürekli ağlıyordum. İçtikçe, uykum kaçtıkça, kabuslarımda Karen'ı gördükçe... her anımda ağlıyordum. Canımın yanacağını bile bile seviyorum onu.
Kafamı geriye atıp ayaklarımı öne doğru uzattım. Ellerimle yanan gözlerimi kapattım. Soğuk ellerim gözümle temas edince azda olsa rahatlatmıştı. Acaba yanan kalbimide elimle kapatsam acısı geçer mi? Saçmaladığımı biliyorum ama... ahh herneyse unutun gitsin. Ayağa kalkıp telefonumu aldım ve odadan dışarı çıktım. Asansörle aşağı inip otel görevlilerini buldum. Gülümseyerek bana doğru yaklaştı.
"Buyurun beyefendi. Yardmcı olayım." dedi kibarca bayan personel.
"Bugün veya dün paparaziler ya da herhangi kameralı bir varlık gelmedi değil mi?" dedim tuhaf aksanımla. Türkçe cidden benlik değildi.
"Hayır efendim. Dediğiniz açıklamayı yaptık ve twitterdan gelen haberden sonra terk ettiler. Ancak ne olur ne olmaz kapıda korumalarımız bulunuyor."
"Çok sağolun. Bir de... sizden birşey isteyebilir miyim?"
"Elbette efendim buyurun."
"Oldukça romantik ve dikkat çekecek bir kahvaltı hazırlarmısınız?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-REAL DREAMS-
Fanfictionİlk aşk farklıdır. Yaşanmaya değer olan, karışık duygulara kapı açan aynı zamanda en çok acı veren ilk aşktır. Aşk imkansızı ister evet, peki ya ilk aşkın imkansızı seçerse? Ulaşılması en zor olanı. İşte o zaman sadece bakar ve onun başkasına gülüms...