Yaşamıyor ki bu beden

44 4 3
                                    

Ay bu kadar güzelken neden parlaklığını güneşten alır ki? Siz hiç güneşi izleyip ağlayan, içini döken bir insan gördünüz mü? Şahsen ben görmedim. Güneşe bakamayız, güneşi sevemeyiz, güneşi sevmek bizi aşar. Bizde o yüzden Ay'a döktük içimizi. Tanrı belki o yüzden Ay'ı güneşten daha az parlak yaptı. Ay için şarkılar yapıldı, ona ulaşmak için ülkeler yarıştı, yalnızlara dost oldu... Ay'a haksızlık yaptı Tanrı. İyi insanlara yaptığı gibi. Dünya bizim için en güzel hediyeyse neden ilk iyiler ölüyordu? Aslında olay şuydu; Dünya iyi insanları haketmeyecek kadar berbat bir yer.

Hastaneden çıkalı iki ay oluyordu. Oradaki yorgunluğu zar zor atabilmiştim üstümden. Bilirsiniz işte her ne kadar tüm gün uzansamda insan kendi evindeki rahatlığı hiçbir yerde bulamıyordum. Ben hastaneden çıktıktan bir hafta sonra Niall turneye çıkmıştı. O günden beri Dan ile beraber sınava hazırlanıyorduk. Baya ilerleme kaydetmiştim. Kendime ve yaptıklarıma ben bile şaşırıyordum. Evden dışarı çıkmayı pek denemedim. İnsanlara karşı nasıl davranacağımı, onların bana nasıl davranacağını bilmiyordum. Bu beni biraz da olsa geriyordu. Zordu işte, ne bileyim herkes ister tanınmayı, ilgi görmeyi... Ben dahil ama bu düşünceden ister istemez korkuyordum.

Kapı çalınca salondan çıkıp kapıya ilerledim. Cam kapıda Dan'in gülümseyen suratını görünce benimde yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu. Kapıyı açınca hiç düşünmeden sarıldık.

"İki gündür gelemedim özlemişim seni." dedi içtenlikle.

"İki günü boş geçirmedim bol bol çalıştım. Zaten ev boş sıkıldıkça seneryo oluşturup tek başıma oynadım. Delirmiyorum değil mi?" histerik bir kahkaha atıp salona doğru yürüyerek devam etti.

"Niall'ın sevgilisinden ne beklenir zaten. Hadi geç şu seneryoyu banada oyna."

Masaya ilerleyip üstünde duran dört beş kağıdı sıraya dizdim. Salonun ortasına geçip kanepede oturan Dan'a baktım.

"Çocuğunu kaybetmiş bir anne var. Katilini bulamıyorlar. O annenin polislerle olan kısa bir dialoğu. Birnevi dram türü bir skeç."

"Pekala başla bakalım."

Replikteki rol için ağlamam lazımdı. Normalde oyuncunun ağlayabilmesi için çeşitli spreyler kullanılır ama benim yoktu. Dan'den aferin almak içinde ağlamalıydım.

"Anlamıyorsunuz polis bey şuram tam şurası" dedim elimi göğsüme vurarak. "... Yanıyor polis bey. Evladımı kaybettim ben evladımı! Bulun ona bunu yapanı size yalvarırım. Dindirin ciğerimdeki yangını. Bulun o katili. Veee perde." eğilip selam verdim.

"Aferin lan ilerleme var baya."

"Tabi lan." dedim gülerek.

"Sınav zarfı geldi mi? Sonuçları zarfla postalayacaklarmış."

"Yok daha gelmedi. Zarf gelene kadar ölürüm heralde."

Dan cümlem üzerine kısılan gözleriyle güldü. Kanepeye oturacakken telefonum çalmıştı. Koşarak masa üstündeki telefona baktım. Niall'ın aradığını görünce zaman kaybetmeden telefonu açtım.

"Aşkım nasılsın?"

"Çok iyiyim güzelim. Oyunculuk sınavı nasıl geçti? Arayamadım."

"Bilmiyorum ki, sonuçlar daha gelmedi."

"Ben uçağa biniyorum hayatım yarım saat sonra havaalanında olurum."

"Bende Dan'le çıkıp havaalanına gelecem."

"İstersen evde bekle yorulma buraya kadar."

"Hayır gelecem, eve gelmeni bekleyemem."

Beni onaylayınca vedalaşıp telefonu kapattım. Şuan o kadar mutluydum ki şarkılar söyleyip seke seke dolaşmak istiyordum.

-REAL DREAMS-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin