16. Bölüm -UFAK BİR HAYKIRIŞ-

1.8K 270 100
                                    

2 Aralık, saat 18.30, Dünya (Paris)

Oradan oraya gittiğimiz için kendimi sersemlemiş gibi hissediyordum. İngiltere'de güzel ve rüya gibi geçen bir günün ardından otele yerleşmiştik, kahvaltıyı ve öğle yemeğini birlikte yedikten sonra akşama kadar kaybolarak sokaklarda gezmiştik. Ardından otelin önüne geri dönmemiz için Felix bizi aramıştı. Camları siyah filmle kaplı arabayı dikizleyen birkaç kişinin arasından geçip Bentley'e binmiştik. Aria, Niklas ve Silas ise başka bir araca geçmişti. Hepimiz uçaklarla yer değiştirirken sadece Niklas kapsülleri kullanmak zorunda kalmıştı çünkü yolculuğu çok uzun sürecekti. Felix, mecbur kalmadıkça kendi evimize dönmememiz dışında bize kapsülleri üst üste kullandırtmıyordu. Niklas sanırım Afrika'ya gidiyordu. Ya da Amerika... Kendisi bile bilmiyordu, sürpriz olsun istemişti.

Travis'le yan yana otururken bacaklarım titreyecek kadar heyecanla son kez İngiltere'nin sokaklarını izlemiştim ve uçağa geçtiğimizde hemen uyumuştum.

Bir başka arabaya bindikten sonra geceyi geçireceğimiz otele bırakılmıştık. Odalarımızın kartlarını alma işini Travis'e devretmiştim ve yukarı çıktığımızda duş almak için ayrılmıştık. Perdeleri açık bırakılan odadan dışarı baktığımdaysa ışıl ışıl parlayan Eiffel ile buluşmuştum.

Rüyaydı.

Asla uyanmak istemeyeceğim bir rüyaydı.

Üzerime dün akşam satın aldığım kalın kazaklardan birisini geçirdikten sonra saçlarımı asi bukleler halinde iki yana saldım ve parmaklarımla mümkün olduğunca düzelttim. Soğuktan isyan ederek çatlayan dudaklarıma nemlendirici sürerken kapıma bir kere vuruldu.

Karşımda Travis'i görünce nefesim boğazıma kaçtı. Aynı tarz giyinip bu kadar farklı görünmeyi başaran tek kişi olabilirdi. Gözleri hareketimi kısıtlayan kalın giysiler üstünde dolaşırken tebessüm ettim ve kapıyı arkamdan kapattım.

O yine simsiyah giyinmişti ama ben beyaz montum, içimdeki örgü yeşil kazağım, kot pantolonum ve içi tüylü kalın botlarımda tam zıddını yansıtıyordum. Koridordaki kısa ama sonsuzluk gibi hissettiren bakışmanın ardından hızlıca sordum. "Nereye gidiyoruz?" dediğimde muzip bir gülüşle koridoru işaret etti.

Otelden dışarı çıktık, herhangi bir araba bize yollanmadığı için taksiye binmeyi tercih ettik. Travis arkasına yaslanıp rahat bir şekilde oturduğunda bacakları bacaklarıma değdi ve şoföre nereye gitmek istediğimizi söyledi.

Avenue des Champs-Élysées

İçimi karıncalandıran kelimelerden sonra parmaklarımı birbirine geçirip heyecanla geçtiğimiz ışıltılı sokakları izlemeye başladım. Nereye gitmemiz gerektiğini ona söylememiştim ama telefondan detaylı bir alıştırma yapmıştım ve akşamı nerede geçirmemiz gerektiğini daha Protia'dan ayrılmadan biliyordum.

İçimi okumuştu.

Aşağı indiğimde Travis şoförle bir şeyler konuştu ama duyamadım. Ardından soğuk havada ceketinin önünü açarak yanıma geldi ve elini omzuma koyup benimle birlikte ilerledi. Fotoğraf çekilen insanların içinden eğilerek geçerken gülümsüyordum.

Ne kadar heyecanlı olduğumu saklayamadan önüme çıkan ilk adamı durdurdum. Turist olduğum ve hayalimdeki gibi Paris'e geldiğimi düşündüğünden emindim. Louvre Müzesi'ne gidiş yolunu kısaca açıkladıktan sonra Eiffel'e ve Notre Dame Katedrali'ne mutlaka gitmemiz gerektiğini söyledi. Ardından yemek yiyebileceğimiz yerleri sıraladı.

Görüşüne göre Travis nereye gittiğini biliyordu. Taksi şoförüne yemek yiyebileceğimiz bir yer sorduğunu tahmin ettim. Zafer Takı'nı arkamıza aldıktan sonra dümdüz ilerlemeye başladık. Yürürken geçtiğimiz her yapıya ağzım açık bakıyordum. Başka bir yerdeydim ve binalarıyla bile bana bunu hissettiriyordu. Dayanamadım, Travis'i bile unuttum ve geçtiğim her yer hakkında bilgi almaya başladım. Hatta Louvre müzesini bile kapalı olduğunu bildiğim halde bir kadına sordum ve bana sabırla müzeyi, içinde olduğumuz sokağın tarihi binalarını anlatmaya başladı.

BaşlangıçHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin