24. Bölüm -CANAVARIN İNİ-

1.4K 219 54
                                    

Ağzımdan akan soya sosunu Travis'e göstermeden silmek için aşırı bir çaba gösterip peçeteye atladım. Bu saatte dünya mutfağını da kapsayan bir yer bulamayacağımıza garanti vermiştim ama Travis beni şaşırtmıştı. Saat on ikiye yaklaşıyordu, sanıyorum on beş dakikamız vardı. Sahil kenarına sıralanmış ve kapısından dahi geçmeyeceğim bir sürü restoran yan yanaydı. Hepsi ağzına kadar kalabalıktı ama şansımıza dışarıda küçücük, iki kişilik bir masa bulmuştuk. Sanki restoranın dışına, ayrı bir bölüme konulmuştu ve deponun yanındaydı ama nerede oturduğum asla fark etmeyecekti çünkü mutluydum. Çöpün içinde bile yemek yiyebilirdim.

Travis yemeğini bitirince küçük sandalyesinde arkasına yaslanıp beni izlemeye başladı. Son kalan parçaları artık çubuklarla uğraşamayacağım için çatalla yemeye başladığımda Travis'in dudağının kenarı kıvrıldı.

Çubukları ve çatalı tabağın içine bırakıp arkama yaslandım.

"Doydun mu?"

"Fazlasıyla." dedim şiş karnıma dokunarak. Travis bir garsonu çağırıp hesabı ödediğinde karnımı ve çıplak bacaklarımı örtmek için mantomu kapattım. Ayağa kalkıp elini uzattı, beklemeden masayı göstererek "Teşekkür ederim." dedim.

Başını yana eğip baktı. "Etme." Parmaklarımı kavrayarak beni esen, sahil boyunca uzayıp giden yürüyüş yoluna götürdü.

Üzerinde aynı benimki gibi bir manto vardı, bacaklarına kadar uzanıyordu. Rüzgara karşı ısıtmak amacıyla elini omzuma atıp beni kendisine çekti, bende topuklularımın üstünde yükseldiğim için bu kez kolaylıkla beline kolumu sarabildim. Hayal dahi edemeyeceğim kadar samimi bir şekilde sahilde yürüyorduk.

Caddeler boş olur, özellikle bizim yürüdüğümüz ve esintili deniz kenarında en fazla bir iki kişi görürüm diye düşünmüştüm fakat aksine, balo salonu kadar kalabalıktı. Satıcılar yollara aylayıp ellerindeki yiyecekleri satıyorlardı, birkaç kişi balonlarla geziyordu. Bizden hızlı yürüyenler ve kafelere, restoranlara koşanlar yanımızdan geçip gidiyordu ve hemen yol kenarına dizili mekanlardan kahkaha sesleri yükseliyordu.

Beş dakika kadar yürüdük ama ikimiz de sessizliği tercih ettik. Sadece arada sırada başını eğip bana bakıyordu. Saatin kaç olduğunu bile fark etmedim. Ancak az önceki kahkaha sesleri kesildiğinde ve "On!" diye bağırdıklarını duyduğumda yeni yıla gireceğimizi anladım.

Beş denilene kadar çok yavaş şekilde yürüdüm ama dörde geldiklerinde durdum. Pozisyonumu hiç bozmadan Travis'e doğru başımı kaldırdım, neredeyse omzuna yaslanıyordum. "Üç, iki, bir..." Çığlık koptu, havai fişekler denizin üstüne renkli yansımalarını yollayarak patladı, yolda bizimle yürüyen herkes yanındakine heyecanla sarıldı ve benim dudaklarıma derin bir öpücük bırakıldı.

Dudaklarını dudaklarımdan ayırırken gözlerimi açtım. Patlama sesleri başımın içinde yankı yaparken koyu bakışlarında kayboldum. "İyi yıllar Travis."

"İyi yıllar Tess." dedi, bir kere daha dokunma ihtiyacı hissetti ve sonra herkes gibi yürümeye devam ettik. "Üşüyor musun?"

"Yalan söylemeyeceğim, donuyorum."

Dudağı kıvrıldı. "Sadece inadın tuttuğunda mı hava şartlarına karşı gelebiliyorsun?" dedi imalı bir tonla. Yağmurun ve fırtınanın altında beklediğimi söylediğini bildiğim için ona kısık gözlerle baktım.

"Evet."

Daha çok kendisine çektiğinde topuklarımın üstünde kayacak gibi oldum. Başımın üstünde güldü. "Arabaya gidelim."

"Sonra bana kasa kasa biralarını mı vereceksin?"

"Belki. Düşünmem gerekiyor." Arabanın önüne sallanarak gittik. Kilidi açtığında hemen binmedim. Kapıya yaslandım ve merakla sordum. "Gerçekten Romero'ya dönmüyor muyuz? Bira dediğinde şaka yapıyorsun sanmıştım. Onlar şeyde değil miydi..."

BaşlangıçHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin