Miles keskin gözleriyle bana bakarken bakışlarını görmemezlikten gelmeye çalıştım. Ondaki bu dik duruş ve askerlerin sahip olduğu o sertlik bana huzursuzluk veriyordu. Halbuki beni kurtarmıştı ve benim ona teşekkür etmem gerekiyordu. "Beni çağırmışsın." dedim Roman'a hitaben.
"Evet," dedi ve Miles'ı işaret ederek devam etti. "Miles senin iyi olup olmadığını görmek istedi." Kafasını eğip beni selamladığında ben de aynı şekilde ona karşılık verdim.
"Merhaba." dedi tok sesiyle. "Nasılsın?"
"Merhaba. İyiyim teşekkürler." Bir daha onunla görüşme şansım olmaz diye bana yaptığı iyiliği için ona ayrıca teşekkür etmeye karar verdim. "Beni kurtardığınız için de teşekkürler." Kısa ve özdü fakat yeterli olmasını umdum.
"Ne demek," dedi kibarca. "Darned uzun zamandır canımı sıkıyordu zaten. Bu yaptığı bardağı taşıran son damlaydı. Gereken cezayı aldığını bilmeni isterim."
Onun gibi adamların hiçbir duygusu olmadığını, içlerinin buz gibi olduğunu düşünürdüm. Genelleme yapmamak gerektiğini zaman geçtikçe daha iyi anlıyordum. "Size minnettarım." dedim ve o an bu kulağıma çok yapmacık geldi.
Benimle çok fazla konuşmadılar, az önce duyduklarım çok önemli gibiydi ve muhtemelen gündemde şu an bu konu vardı. Diğerlerinin Tenebris denilen adamı tanıdıklarını düşünmüyordum. Feris'e sorup sormamakta kararsız kalsam da en sonunda konuyu hiç açmamaya karar verdim. Zaten odasına gittiğimde uyuyakalmıştı ve eğer onu uyandırırsam kim bilir bana ne yapardı. Onu uyandıran kişi olmak istemiyordum çünkü uyandığında sinirli biri olduğunu tahmin edebiliyordum. Onun uyumasını fırsat bilerek ve dersten yırttığıma sevinerek kendimi uykunun kollarına attım. En azından uyurken gerçek dünyadan kaçabilirim diye düşünüyordum fakat kabuslarım bana izin vermedi. Her taraf yine kırmızıydı. Koyu bir kırmızı. Kan kırmızısı.
Sabah Feris'in söylediği saatte ve dün koştuğumuz yerde ısınma hareketleri yaparak onu bekledim. Gözlerini ovuşturarak yanıma geldiğinde, "Günaydın." dedim gereksiz bir enerjiyle.
"Günaydın." dedi ve ağzını kocaman açarak esnedi.
Aklıma dünkü konuşmalarımız ve kitap hakkındaki tartışma geldiğinde yüz ifadesini inceleyerek ona baktım. Kafasını 'ne var' dercesine iki yana salladı, hemen önüme döndüm. Isınma hareketlerimin bitmesini bekleyerek bir ayağını yere vurup durdu.
"Hazırım." dedim kollarımı ve bacaklarımı sallayıp yerimde zıplayarak.
"Sen yemek yedin mi?" diye sorduğunda onaylarcasına kafamı salladım. Sabah yemek yemekten hoşlanmazdım, ağzıma birkaç parça meyve atmak yetiyordu. "Sen biraz daha ısın, ben yiyecek bir şeyler alıp geliyorum."
"Tamam." dedim arkasından ve ne yapacağımı bilemeyerek kafamı yukarıya kaldırdım. Artık bunu yaptığımda gökyüzünü görememe durumuna alışmıştım. Kendimi toprağın altındaki bir karınca yuvasında gibi hissediyordum. Bir yandan heyecan verici, bir yandansa ürperticiydi.
Feris uzun süre gelmeyince birkaç tur koşmaya karar verdim. Bacaklarımı hafifçe büküp hazır ola geçtim ve koşmaya başladım. İlk saniyeler kendimi koşmaktan çok yürüyor gibi hissediyor ve bunun üzerine hırsla hızlanıp adeta uçmaya başlıyordum. O an beni durdurabilecek hiçbir şey yok gibiydi. İçimden bu benim süper gücüm diye geçirdim.
Fakat kendime bu kadar çok güvenmem pek uzun sürmedi. Koşarken gördüğüm kişi yüzünden bir anda önümdeki bir şeye ayağım takıldı ve resmen uçarak olduğum yerden çok uzağa düştüm. Fakat bu ağır çekimde olmuş gibiydi, sanki biri kollarını karnımın etrafından geçirmiş ve beni yavaşça yere koymuş gibi. Dizlerimin üstünde doğrulup ellerimi silkelediğimde bazı yerlerinin çizilip kanadığını gördüm. Nix yanıma gelerek yere eğildi ve ellerime baktı. "Sabah sabah ne yapıyorsun?" diye kızdığında ona baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Kanatlar Serisi
FantasíaDışlanmış Bölge'de yaşayan Vita karnavalda kardeşinin kaçırılmasına şahit olur ama tek kaçırılan kardeşi değildir. Sarı saçlı ve mavi gözlü tüm kız çocukları kayıptır. Vita hayatını kardeşini bulmaya adar ama bu sırada çözmesi gereken bir bilmece va...