Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
pişmanlıkları vardı insanın. biraz da keşkeleri. ya da merak etmekle kaldıkları.
zaman hızlıydı. hayır, doğrusu şöyleydi. zaman uçuyordu. ne ara geçmişti o kadar zaman kendisi de farkında değildi. sanki dün gibiydi ağzına kapanan o bezin burnunu yaktığı akşam. sanki dün gibiydi o eve getirilip dizleri üzerinde adamın tekine boyundan büyük laflar ettiği için yüzüne okkalı bir tokat yediği o akşam.
sanki dün gibiydi tüm hayatının merkezine oturup onun dışında verilen kararları yöneten adamın oğlunu gördüğü gece. kırmızı. her zaman en sevdiği renk olmuştu. kırmızıyla ilgili her şeyi severdi. kırmızı rujları, kırmızı meyveleri, kırmızı aksesuarları. bu renge oldu olası bir zaafı vardı işte beomgyu'nun, anlatamazdı.
birbirine yapışmış kirpiklerini hafifçe aralamaya çalıştığında zorlandı. yerinden kalkmayacakmış gibi hissettiren gülle gibi ağırlaşmış elini yataktan kaldırıp yüzüne götürdü ardından. bir süre gözlerini ovuşturduktan sonra açınca bir anda bacağında hissettiği sancıyla alt dudağının kenarını ısırdı. ayak ucundan başlayıp başına kadar nükseden bir ağrı vardı. yataktan doğrulmaya çalışırken inlememek için zor tuttu kendini. bu oda yabancıydı.
alt bacağına sarılmış temiz beyaz bandajın üzerinde gördüğü küçük kan lekesiyle beyni uyuştu. ne olmuştu? bitkindi. öyle bitkindi ki sanki bir dağın zirvesine hiç ara vermeden tırmanmış, tüm kaslarıyla ter atmıştı. yorgunluktan ölüyordu. "sonunda uyandın." hızla orada olduğunu fark etmediği kişiye dönerken dirsekleri yatağa yaslanmış bir şekilde duruyordu. "yeonjun." yeonjun'un odadaki abajurun ışığını yaktığını gördü. "hiç uyanmayacaksın sandım bir an." beomgyu derin bir nefes çekti içine.
ne olmuştu, hatırlıyordu. deliksiz uyuduğu gecede bir rüya görmüştü ve tekrara alınmış bir video gibi dönüyordu bu şey aklında.
annesinin çığlık atarken kocaman açılmış yakaran gözleri, onu karlara iten çocuğun telaşlı ifadesi, yırtık pantolonundan görünen kurşun saplanmış eti ve kızıla boyanan karlar.
rüyası korkunçtu. bacağından sakatlanmıştı. hayır, bacağından vurulmuştu. o lanet koca arabadan inen adam günler önce onu kokteyldeki lavaboda eve götüreceğim, diyerek umut veren kişiyle aynıydı. kimdi o, en ufak fikri yoktu. neden bacağına sıkmıştı? yeni uyandığı gibi bu kadar çok düşünmesi iyi değildi.
beomgyu yeonjun'a baktı. bu tanıdık olmayan odada boğazlı kazağı, kot pantolonu ve ışık vuran yüzüyle başında dikiliyordu şimdi. "neler oldu?" beomgyu'nun sesi tedirgindi. ağzını açmak daha fazlasını konuşmak istiyordu. hareket ettirmeye korktuğu bacağına kaydı gözleri bir kez daha. ağrısı vardı ama çok fena değildi. kurşun yarasının daha fazla acıtması gerekmez miydi?
"eh, çok şey oldu. bir haftadır yatıyorsun. vurulduktan sonra ameliyat oldun, ardından buraya getirildin. bay ha joon senin uyutulman için emir verdi. ortalık karışıktı ve anlarsın kimsenin ortalıkta olan bir choi'ye nezaket göstereceğini sanmıyorduk. ha joon... sinirli. çok sinirli..." yeonjun kollarını göğsünde birleştirirken beomgyu duyduklarının şokunu atlatmaya çalıştı. bir haftadır yatıyor muydu? hemen koluna bağlı bir şekilde yatağın başında duran serum bunların hepsini açıklıyordu galiba. "diğer evden taşınmak zorunda kaldık." beomgyu bakışlarını kaldırdı ona doğru. dilinin ucuna gelen kelimeler aklındakilerle aynı değildi. "b-babamlar nerede?"