X. (on) Bölüm

26 16 0
                                    

Hayatta kaldığımıza hâlâ inanamıyordum. Bazen bununla ilgili rüyalar görüyordum. Mare’nin sürüklenerek götürülüşünü, bedeninin devasa boyutlarda bir çift güçlükolun arasında sıkıca tutuluşunu izliyordum. Eller onun şimşeğinden, eldivenlerle korunuyordu ama Mare pazarlık yaptıktan sonra zaten bunu kullanmayı denememişti. Bizimkine karşılık onun hayatı. Kral Maven’ın, pazarlığa uyacağını düşünmüyordum. İpin ucunda sürgündeki erkek kardeşi vardı. Ama uymuştu çünkü Mare’yi herkesten fazla istiyordu.

Yine de her zaman gördüğüm kâbuslardan Maven'ın ve avcılarının bizi öldürmek için geri geleceğinden korkarak uyanıyordum. Ranzalı odamda kalanların horultuları bu düşünceleri uzaklaştırıyordu.

Bana yeni karargâhın harap halde olduğunu söylediler ama Gi-zada gibi bir yer olmasını bekliyordum. Eskiden terk edilmiş, ücra bir yerde kalmış ama tomurcuklanmakta olan bir isyanın ihtiyaç duyabileceği her türlü rahatlıkla gizlilik içinde yeniden inşa edilen işlevsel bir tesis... Gizada'yı gördüğüm anda nefret etmiştim. Blok biçimli kışlalar ve Kızıl olsalar bile muhafızları andıran askerler bana fazlasıyla Korros Hapishanesi'ni hatırlatmıştı. Adayı bir başka hapishane olarak görmüştüm. Bu sefer bir Gümüş askeri değil de Mare Barrovv tarafından içine zorla tıkıldığım bir hücre olarak... Ama en azından Gizada'da tepemde gökyüzü vardı. Ciğerlerime temiz bir esinti doluyordu. Korros'a, Yeni Kent'e ve buna kıyasla Gizada kötü bir şeylerin ertelenişi gibiydi.

O sırada, Gölbölge şehri Deneme'nin eteklerindeki bir Kırmızı Muhafız sığınağı olan Irabelle'nin beton tünellerinde titriyordum. Duvarlar buz gibiydi ve bir ısı kaynağından yoksun odalardan buz saçakları sarkıyordu. Muhafız askerlerden birkaçı sadece yaydığı sıcaklıktan faydalanmak için bile olsa Cal’i izlemeye başlamıştı. Bense tam aksini yapıyor, elimden geldiğince onun o kaba saba halinden uzak durmaya çalışıyordum. Bana yüzünde yalnızca suçlama ifadesiyle bakan bir Gümüş prensine ihtiyacım yoktu.

Sanki ben o kızı kurtarabilirmişim gibi...

Daha yeni eğittiğim yeteneğim kesinlikle yeterli değildi. Sen de yeterli değildin, Lanet Olasıca Majesteleri. Her karşılaştığımızda, içimden ona ters bir şey söylemek geçiyordu. Onun alevi, kral ve kralın avcılarıyla boy ölçüşemiyordu. Hem Mare değiş tokuşu kendi önermiş ve seçimini yapmıştı. Prens birisine kızacaksa, ona kızmalıydı.

Ama şimşek kız bunu bizi kurtarmak için yapmıştı ve buna her zaman minnettar kalacaktım. Bencil ve ikiyüzlü olmasına rağmen, başına gelenleri hak etmiyordu.

Albay ona telsizle ulaşabildiğimiz anda, Gizada'yı boşaltmamızı emretti. Mare Barrovv sorguya çekilir çekilmez adayı bulacaklarını biliyordu. Farley herkesi teknelerle ya da hapishaneden çalınan kocaman kargo jetleriyle güvenli bir yere götürmeyi başarmıştı. Biz karadan yolculuk etmek zorunda kaldık ve sınırın ötesinde Albay’la buluşmak için kaza bölgesinden kaçtık. Zorunda kaldık çünkü bir kez daha bana ne yapmam ve nereye gitmem gerektiği söylenmişti.

Çocuk askerlerden oluşan bir birliği kurtarmak için Boğaz’a uçuyorduk. Krkek kardeşim de onlardan biriydi. Ama bu görevi yarıda bırakmak zorunda kaldık. Savaş cephesinden bir adım daha uzaklaşmayı reddedecek kadar cesaretimi her topladığımda bana. Şimdilik, diyorlardı.

Bu anı yanaklarımın kızarmasına neden oluyordu. Yoluma devam etmem gerekirdi. Beni durdurmazlardı. Durduramazlardı. Ama korkuyordum. Ön sipere o kadar yakın olunca, tek başına ilerlemenin ne demek olduğunu anlamıştım. Boş yere ölürdüm. Yine de bu seçimimin yarattığı utancı üstümden atmıyordum. Oradan gitmiş ve yine kardeşimi terk etmiştim.

Herkesin yeniden bir araya gelmesi haftalar sürdü. Farley ve askerleri son gelenler oldular. Sanırım babası Albay, kızının olmadığı her günü yeni karargâhımızın buz gibi koridorlarında volta atarak geçirmişti.

En azından, Barrow mahkûmiyetini faydalı hale getiriyordu. Korviyum'daki karmaşa bir yana, o tür bir mahkûmun dikkatleri dağıtması Boğaz civarındaki birliklerin ilerlemesini geciktirmişti. Kardeşim güvendeydi. Tabii, bir silahı ve üniforması olan on beş yaşındaki birisinin olabileceği kadar. Ama Mare'den daha güvenli bir yerde olduğu kesindi.

Kral Maven’ın konuşmasını kaç kere dinlediğimi bilmiyordum. Oraya vardığımızda, Cal kontrol odasının bir köşesinde bunu tekrar tekrar oynatıyordu. İlk izlediğimizde, hiçbirimizin nefes almaya cesaret edebildiğini sanmıyordum. Hepimiz en kötü ihtimalden korkuyorduk. Mare'nin başının uçurulmasını izleyeceğimizi sanıyorduk. Ağabeyleri çılgına dönmüştü, ağlamamak için direndiler ve Kilorn gözlerini elleriyle örterek izleyemedi bile. Maven infazın onun için fazla iyi olacağını söylediğinde, sanırım Bree rahatlayarak bayıldı. Ama Cal bunu kulakları adeta sağır eden bir sessizlik ve kaşlarını düşünceli bir tavırla çatarak izledi. Mare Barrow'u ölümden beter bir şey beklediğini hepimiz gibi o da biliyordu.Mare bir Gümüş kralının önünde diz çökmüş ve Kral boğazına bir tasma geçirirken kıpırdamadan durmuştu. Ne bir şey dedi ne de bir şey yaptı. Kral'ın tüm ülkenin gözlerinin önünde ona bir terörist ve katil demesine izin verdi. Bir yanım keşke kendisini kaybetse diye düşündü ama ayak parmağını bile oynatamayacağını biliyordum. Sadece etrafındaki herkese öfkeyle baktı, platformdaki Gümüşleri inceledi. Hepsi ona yaklaşmak istiyordu. Bir ödül avının etrafındaki avcılar gibiydiler.

Tacına rağmen, Maven hiç de kral gibi görünmüyordu. Yorgun gibiydi, belki hastaydı ama kesinlikle öfkeliydi. Büyük ihtimalle, yanı başındaki kız kısa süre önce annesini öldürdüğü için öfkeliydi. Mare'nin tasmasını çekiştirdi, onu içeri yürümeye zorladı. Mare gözleri irileşmiş ve birilerini arar gibi son bir kez arkasına bakmayı başardı. Ama tasması bir kez daha çekiştirilince, başını artık önüne çevirdi ve yüzünü o andan sonra görmedik.

O, oradaydı, ben de bulunduğum yerde çürüyor, donuyor, günlerimi benden yaşlı cihazları tamir ederek geçiriyordum. Tüm bunlar fayda etmeyecekti.

Ranzamda erkek kardeşimi, onun nerede olabileceğini, neler yaptığını düşünmek için bir dakika daha kaldım. Morrey. Görünüş olarak bana tıpatıp benzeyen ikiz erkek kardeşim. Yeni Kent'in sert ara sokakları ona fazla ağır geliyor, fabrika dumanından sürekli hasta oluyordu. Kime sorduğunuza bağlı olarak, teknisyen işçiler ya çok değerliydi ya da ordu için fazla güçsüzdü. O Kırmızı Muhafızlar işe karışıp birkaç Gümüş öldürene ve eski Kral'ı işlere burnunu sokmak zorunda bırakana dek... İkimizin de işi olmasına rağmen askere alınmıştık. Sadece on beş yaşında olduğumuz halde. Cal'in babası tarafından geçirilen lanet olasıca Önlem Paketi her şeyi değiştirmişti. Seçildik, asker olmamız söylendi ve ebeveynlerimizden koparıldık.

Bizi neredeyse anında ayırdılar. Kendi ismimi bulduğum listede onunki yoktu. Bir keresinde, Korros'a yollandığım için minnet hissetmiştim. Morrey o hücrelerden asla sağ çıkamazdı. Sonra, keşke yer değiştirebilseydik diye düşünmeye başladım. O serbest olacaktı, ben de cephelerde olacaktım. Ama kaç kere Albay'a Küçük Birliği kurtarmak için istekte bulunsam, beni hep geri çevirmişti.

Yine sorabilirdim.

Alet kemeri artık belimde tanıdık bir ağırlık olmuştu ve attığım her adımla tıngırdıyordu. Beni durdurmaya kalkışacak herkesi bundan vazgeçirecek bir kararlılıkla yürüyordum. Ama koridorlar genel olarak ıssızdı. Kimse elimdeki kahvaltılık çöreği yerken oradan gizlice geçtiğimi görmedi. Daha çok yüzbaşı ve birliği yine devriyeye çıkmış, Deneme'de ve sınırda keşif gezisi yapıyor olmalıydı. Sanırım, kuzeye varmayı başaracak kadar şanslı Kızılları arıyorlardı. Bazıları bize katılmak için bulunduğumuz yere geliyordu ama bu kişiler her zaman askere alınacak yaştaydı ya da amaca faydalı olacak yeteneklere sahiplerdi. Ailelerin nereye yollandığını bilmiyordum: yetimler, erkek ve kadın dullar. Bunlar sadece ayakbağı olacak insanlardı.

Benim gibi. Ama ben kasten ayakbağı oluyordum. Dikkat çekmenin tek yolu buydu.

Albay'ın süpürge dolabı, yani ofisi, ranzalı odalardan bir kat yukarıdaydı. Kapıyı çalmaya gerek görmedim ve kapı kulpunu denedim. Kulp kolaylıkla döndü ve kasvetli, beton duvarların arasına sıkışmış, içinde birkaç kilitli dolap ve o sırada dolu bir çalışma masası olan bir odaya açıldı.

Kralın kafesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin