Korkulmak korkunçtu. En kötüsü de bunun için kimseyi suçlayamamamdı. Farklı ve gariptik; Gümüşlerin bile sahip olduğunu iddia edemediği güçlerimiz vardı. Kendimiz ve yeteneklerimiz hakkında hâlâ bir şeyler öğrenmekte olan aşınmış kablolar ve bozuk makinelerdik. Ne olacağımızı kim bilebilirdi?
O tanıdık huzursuzluk hissini yutkunarak giderdim ve bir sonraki odaya girdim.
Merkezi kontrol genellikle ekranların ve iletişim cihazlarının vızıltısıyla dolu olurdu ama o an tuhaf bir sessizliğe bürünmüştü. Tek bir yayıncı vızıldıyordu ve şifreli bir mesaj içeren uzunca bir iletişim kâğıdını tükürür gibi basıyordu. Albay makinenin başında durmuş, gitgide uzayan kâğıdı okuyordu. Her zamanki hayaletleri, yani Mare'nin ağabeyleri de ürkek birer tavşan gibi yakınlarda oturuyordu. Odadaki dördüncü kişi gelen raporun neyle ilgili olduğunu anlamam için gerekli olan tek şeydi.
Haber Mare Barrow'la ilgiliydi.
Cal başka neden orada olacaktı ki?
Her zamanki gibi kaşlarını çatmış, çenesini birbirine kenetlediği parmaklarına dayamıştı. Yeraltında geçirdiği uzun süre etkisini göstermiş, zaten soluk tenini daha da soluklaştırmıştı. Prensliğin hakkın veriyor ve kriz zamanlarında gerçekten de kendisini bırakıyordu. Duş alıp tıraş olması gerekiyormuş gibiydi; dahası, sersemlemiş halinden sıyrılması için iyi nişanlanmış birkaç tokat yemesi de gerekiyordu sanki. Ama yine de bir askerdi. Gözleri diğerlerininkinden önce bana çevrildi.
"Cameron," dedi homurdanmamak için elinden geleni yaparak.
"Calore." En iyi ihtimalle, sürgündeki bir prens olduğu söylenebilirdi. Unvanlara gerek yoktu. Tabii, onu gerçekten de kızdırmak istemiyorsam.
Armut dibine düşmüştü. Albay Farley de iletişim kâğıdından başını kaldırmadı ama abartılı bir iç çekişle içeri girdiğimi fark ettiğini gösterdi. "Kendimize biraz vakit kazandıralım, Cameron. Kocaman bir birliğin tamamını kurtarmaya girişecek ne insan gücüm var ne de fırsatım."
Bu sözcükleri onunla birlikte dudaklarımı sessizce oynatarak tekrarladım. Bunları hemen hemen her gün söylüyordu.
"Maven'ın eline fırsat geçer geçmez katledeceği neredeyse eğitimsiz çocuklardan oluşan bir birlik," dedim.
"Evet, bana sürekli hatırlattığın gibi."
"Çünkü bunun size hatırlatılması gerekiyor! Efendim," dedim, son sözcükte neredeyse suratımı ekşiterek. Muhafızlar bana ne kadar kulüplerinin bir üyesiymişim gibi davransa da onlara katılmak için yemin etmemiştim.
Albay mesajın bir noktasında gözlerini kıstı. "Sorguya çekilmiş."
Cal o kadar hızlı ayağa fırladı ki sandalyesi devrildi. "Merandus tarafından mı?"
Odaya bir ısı dalgası yayıldı ve midemin bulanmaya başladığını hissettim. Cal yüzünden değil, Mare yüzünden. Başına gelen o dehşet verici şeyler yüzünden. Üzgün üzgün ellerimi başımın arkasında birleştirip ensemdeki koyu renkli kıvırcık saçlarımı çekiştirdim.
"Evet," dedi Albay. "Samson isimli bir adam."
Prens bir soylu olmasına rağmen, ağza alınmaz bir küfür savurdu.
"Bu, ne anlama geliyor?” diye sormaya cesaret etti, Mare'nin iri-yarı en büyük ağabeyi Bree.
Barrovv ailesinin hayatta kalan diğer oğlu Tramy kaşlarını çattı. "Merandus Kraliçe'nin hanesidir. Fısıltılar... Zihin okuyucuları. Bizi bulmak için onu paramparça edecekler.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kralın kafesi
FantasyMare Barrow şimşeği olmadan tamamen güçsüz düşmüştür ve ölümcül hatalarını unutamamaktadır. Bir zamanlar sevdiği, yalan ve ihanetlerden ibaret bir çocuğun merhametine kalmıştır. Artık kral olan Maven, ülkesini ve tutsağını kontrolü altına alabilmek...