Beni bir buz saçağına dönüştürebileceği halde, Deneme'de kalmak istedim. Korkudan değil, sadece bir şeyi ispat etmek için. Ben Barrovv'un ona yapılmasına izin verdiği gibi kullanabilecekleri bir silah değildim. Kimse bana nereye gideceğimi ya da ne yapacağımı söyleyemezdi. Bunlardan usanmıştım. Tüm hayatımı öyle yaşamıştım. Tüm içgüdülerim bana Muhafızlar'ın her askeri yutan ve kemiklerini tüküren sağlam kaleli bir şehir olan Korviyum'dan uzak durmamı söylüyordu.
Ama sadece birkaç kilometre uzaklıkta olan kardeşim Morrey bir siperde mahsur kalmıştı. Yeteneğime rağmen ona ulaşmak için yardıma ihtiyacım olacaktı. Bu aptal Muhafızlar’dan bir şey isteyeceksem, onlara bunun karşılığında bir şey vermeye başlamam gerekiyordu. Farley bunu açıkça söylemişti.
"Kullanma" lafı için özür dilediğinden beri ondan daha çok hoşlanıyordum. Samimiyetle özür dilemişti. Surat asmıyordu ama buna kesinlikle hakkı vardı. Her köşede surat asan, yardım etmek istemeyen, sonra da canı istediğinde yardım etmeye razı gelen Cal gibi değildi. Gözden düşmüş prens çok yorucuydu. Mare'nin ona ya da onun o lanet olasıca taraf seçememe haline nasıl katlandığını bilemiyordum... Özellikle de artık seçebileceği tek taraf varken. O sırada bile küstahça konuşuyor, Korviyum'daki Gümüşleri korumak ile şehri yerle bir etmek arasında gidip geliyordu.
"Duvarları kontrol etmeniz gerek," diye mırıldandı Farley'nin ve Albay'ın karşısında. Hedefimizden sadece birkaç kilometre ötedeki daha az korunan Rokasta isimli bir kaynak şehrindeki karargâhımızdan işleri yürütüyorduk. “Duvarları kontrol ederseniz, şehrin altını üstüne getirebilirsiniz... Ya da duvarları tamamıyla yıkabilirsiniz. Korviyum'u beş para etmez bir hale getirebilirsiniz. Herkes için."
Geniş odada öylece oturmuş, Ada'nm yanında bu konuşmayı dinliyordum. Bu, Farley'nin fikriydi. İkimiz daha ön plandaki Yeni-kanlardandık ve her iki tür Kızıl da bizi iyi tanıyordu. Bu toplantılara bizi dahil etmek, bölüğün geri kalanına güçlü bir mesaj yolluyordu. Ada gözlerini kocaman açmış, her sözcüğü ve hareketi ezberliyordu. Genellikle Dadı yanımızda otururdu ama gitmişti. Ufak tefek bir kadın olduğu halde geride çok büyük bir boşluk bırakmıştı. Bunun kimin suçu olduğunu da biliyordum.
Gözlerimi Cal'in sırtına diktim. Yeteneğimin her santimini hissettim ve onu dizlerinin üstüne çöktürmemek için direndim. Mare için bizi öldürecekti ama dünyanın geri kalanı için kendi türüne dokunmayacaktı. Arkeon'a tek başına sızmak Dadı'nın seçimiydi ama herkes onun fikri olmadığını biliyordu.
Farley de benim kadar öfkeliydi. Cal'le konuşurken bile ona neredeyse hiç bakmıyordu. "Asıl mesele kendi birliklerimizi etkin bir biçimde nasıl oraya yollayacağımız. Duvarlar önemli olsa da onlara odaklanamayız."
"Hesabıma göre, Korviyum'da on bin kadar Kızıl var." Ada'nm mütevazılığma az kalsın gülecektim. Hesabıma göre. Hesabı kusursuzdu ve herkes bunu biliyordu. "Askeri protokol bir kişiye karşılık on asker olduğunu söylüyor ve böylece bize şehrin içinde en az bin Gümüş düşüyor. Komuta bölüklerini ve idareyi saymadan tabii. Hedefimiz onları etkisiz hale getirmek olmalı."
Cal, Ada'nm bile kusursuz, tartışmasız zekâsından ikna olmamış, kollarını göğsünde kavuşturmuştu"Bundan o kadar da emin değilim. Hedefimiz Korviyum'u yok etmek, Maven'ın ordusunu kalbinden vurmak. Bunu..." Duraksadı. "Her iki tarafta katliam yaşanmadan da başarabiliriz."
Sanki bizim tarafımıza ne olacağını umursuyordu. Sanki aramızdan birilerinin ölmesini önemsiyordu.
"Dışarıyı gözetleyen bin Gümüş varken, şehri nasıl yok etmeyi düşünüyorsun?" dedim yüksek sesle düşünerek. Bir yanıt almayacağımı biliyordum. "Prens onlara sessizce oturup bunu izlemelerini mi söyleyecek?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kralın kafesi
FantasyMare Barrow şimşeği olmadan tamamen güçsüz düşmüştür ve ölümcül hatalarını unutamamaktadır. Bir zamanlar sevdiği, yalan ve ihanetlerden ibaret bir çocuğun merhametine kalmıştır. Artık kral olan Maven, ülkesini ve tutsağını kontrolü altına alabilmek...