Bir oyuncak bebek olmak tuhaftı. Oynamak yerine, daha çok bir rafta vakit geçiriyordum. Ama oyun oynamak için zorlandığımda, Maven'ın emriyle dans ediyordum... Ben pazarlığımıza uyduğum müddetçe o da verdiği sözü tutuyordu. Ne de olsa, sözünün eri bir adamdı.
İlk Yenikan, Liman Körfezi sarayı olan Okyanus Tepe'ye sığındı ve Maven söz verdiği gibi ona Kırmızı Muhafızlar'ın sözüm ona teröründen tam koruma bahşetti. Birkaç gün sonra, Morritan denen zavallı adam Arkeon’a getirildi ve Maven'ın huzuruna çıkarıldı. Bu karşılaşma güzelce yayınlandı. Adamın hem kimliği hem de yeteneği artık sarayda açık açık biliniyordu. Morritan'm Calore Hanesi'nin oğlanları gibi bir yakıcı olması birçok kişiyi şaşırtmıştı. Ama Cal ve Maven'ın aksine, onun alev üreten bir bileziğe, hatta kıvılcıma dahi ihtiyacı yoktu. Alevi tıpkı şimşeğim gibi sadece ve sadece yeteneğiyle oluşuyordu.
Bu karşılaşmayı Maven'ın soylulardan oluşan kortejiyle yaldızlı bir sandalyeye tüneyerek izlemek zorunda kaldım. Kâhin Jon kırmızı gözleriyle sessizce yanıma oturdu. Gümüş Kral'a katılmış ilk iki Yenikan olarak, bize Evangeline ve Samson Merandus’tan sonra Maven'ın yanında oturmak gibi büyük bir şeref verilmişti. Ama bizimle bir tek Morritan ilgileniyordu. Saray halkının ve bir düzine kadar kameranın önünde bize yaklaşırken, bakışları hep benim üstümdeydi. Titriyordu, korkuyordu ama orada oluşum onu kaçmaktan alıkoyuyordu. Belli ki Maven'ın bana zorla söylettiklerine inanmıştı. Kırmızı Muhafızlar'ın hepimizi avladığına inanmıştı. Hatta diz çöktü ve Maven'ın ordusuna katılacağına ve Gümüş askerlerle eğitim alacağına dair yemin etti. Kralı ve ülkesi için savaşacağına da.
Sessizce ve kıpırdamadan durmak en zoruydu. İnce uzun kollarına ve bacaklarına, altın renkli tenine ve senelerce hizmetçi olarak çalışmaktan nasır bağlamış ellerine rağmen, Morritan doğrudan bir tuzağa girmek üzere olan ufak bir tavşandan farksızdı. Benden çıkacak tek bir yanlış sözcükle tuzak kapanacaktı.
Gerisi de geldi.
Her gün ve her hafta. Bazen tek bir kişi, bazen bir düzinesi geliyordu. Ülkenin dört bir yanından geliyorlar, krallarının sözüm ona güvenli kollarına sığınıyorlardı. Birçoğu korktuğu için ama bazıları da orada bir yer edinmek isteyecek kadar aptal olduğu için geliyordu. Onları suçlayamazdım. Ne de olsa, hayatımız boyunca bizlere Gümüşlerin efendilerimiz, bizden daha iyi kişiler ve tanrılarımız oldukları söylenmişti. Artık bize cennetlerinde yaşama izni verecek kadar merhametliydiler. Kim onlara katılmaya çalışmazdı?
Maven rolünü iyi oynuyordu. Onlara erkek ve kız kardeşleriymiş gibi sarıldı, kocaman bir gülümsemeyle karşıladı onları. Çoğu Gümüş'ün tiksindirici bulduğu, korku ve utanç belirtisinden yoksun bir davranış sergiledi. Saray halkı da onun bu tavrını taklit etti ama mücevherli ellerinin arkasına gizledikleri alaycı gülümsemeleri ve çatık kaşları gördüm. Tüm bunlar oyunun bir parçası, Kırmızı Mu-hafızlar'a karşı iyi nişan alınmış bir darbe olduğu halde, bundan hoşlanmamışlardı. Dahası, bundan korkmuşlardı. Yenikanlarm birçoğu onlardan çok daha güçlü ya da Gümüşlerin hayal bile edemeyeceği, eğitilmemiş yeteneklere sahipti. Birer kurt gibi, pençelerini savurmaya hazır bekliyorlardı.
İlk kez odak noktası ben değildim. Bir avantaj olmasının yanı sıra, bu sayede soluk da alabilmiştim. Artık kimse şimşeği olmayan şimşek kızı umursamıyordu. Elimden pek bir şey gelmese de çaba sarf ediyordum ve bu çabam bile önemsiz değildi. Onları dinliyordum.
Evangeline çelik gibi görünüşüne rağmen sakin duramıyordu. Parmaklarını sandalyesinin kollarına vuruyor, sadece Elane yakınlarda olduğundaona fısıldadığında ya da dokunduğunda duruluyordu. Ama rahatlamaya cesaret bile edemiyordu. Keskin bıçaklar gibi gergindi. Nedenini tahmin etmek zor değildi. Mahkûm olmama rağmen, kraliyet nikâhıyla ilgili çok az şey duymuştum. Evangeline KraFla nişanlı olmasına rağmen, hâlâ kraliçe değildi. Bu da onu korkutuyordu. Bunu yüzünde, halinde tavrında ve sürekli her biri bir öncekinden daha karmaşık ve asil parıltılı elbiseler giyerek ortalıkta salınmasında görebiliyordum. Bir taç takmasına rağmen unvanı yoktu ama en çok istediği şey o unvandı. Bunu babası da istiyordu. Volo siyah kadife giysileri ve gümüş sırmalarıyla göz kamaştırıcıydı. Kızının aksine üstünde herhangi bir metal yoktu. Ne bir zincir ne de yüzük takıyordu. Tehlikeli görünmek için silaha ihtiyacı yoktu. Sessiz tavırları ve koyu renkli cüppeleriyle, soyludan çok celladı andırıyordu. Maven'ın onun yakınlarda olmasına veya gözlerindeki o daimi ve yoğun açlık ifadesine nasıl dayandığını bilemiyordum. Bana Elara'yı hatırlatıyordu. Her zaman tahta bakıyor, ele geçirmek için fırsat kolluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kralın kafesi
FantezieMare Barrow şimşeği olmadan tamamen güçsüz düşmüştür ve ölümcül hatalarını unutamamaktadır. Bir zamanlar sevdiği, yalan ve ihanetlerden ibaret bir çocuğun merhametine kalmıştır. Artık kral olan Maven, ülkesini ve tutsağını kontrolü altına alabilmek...