XXIII. (yirmi üç) Bölüm

23 11 0
                                    

  Rafımdaki bütün kitapları yırtıp ufak ufak parçalara ayırdım. Ciltleri kırıldı ve sayfaları yırtıldı. Keşke kanasalar diye düşündüm. Keşke ben kanasaydım. Ben ölmediğim için o ölmüştü. Hâlâ orada olduğum için ölmüştü. Bir tuzağın yemi, Kırmızı Muhafızlar'ı sığınaklarından dışarı çıkaracak bir yem olduğum için ölmüştü.

Birkaç saat boyunca amaçsızca her şeyi mahvettikten sonra yanıldığımı fark ettim. Bunu Kırmızı Muhafızlar yapmış olamazdı. Albay, Farley ya da ben yapmış olamazdık.

"Cal, seni aptal, ahmak hergele," dedim boşluğa doğru.

Çünkü bu tabii ki onun fikriydi. Öğrendiği şey buydu. Bedeli ne olursa olsun zafer kazanmak. Bu imkânsız bedeli benim için ödemeye devam etmeyeceğini umdum.

Dışarıda yine kar yağıyordu. Ama ben karın soğukluğunu değil, kendi soğukluğumu hissediyordum.

* * *

Sabah kendi yatağımda, üstümde elbisemle uyanmıştım ama yerden kalktığımı hatırlamıyordum. Parçaladığım kitaplar da gitmiş, özenle hayatımdan çıkarılmıştı. Minik kâğıt parçaları bile yok olmuştu. Ama raflar boş değildi. Bir düzine kadar eski ve yeni deri ciltli kitap duruyordu. İçimden bunları da parçalamak geldi ve apar topar ayağa kalkarak rafa doğru atıldım.

Elime ilk geçen kitap çok eskiydi, kapağı yırtılmış ve yıpranmıştı. Eskiden sarı, hatta altın renkli olabilirdi. Benim için önemi yoktu. Kitabı açtım, tek elimle birkaç sayfayı kavradım ve diğer kitaplar gibi parçalamaya hazırlandım.

Ama gördüğüm tanıdık bir elyazısı donakalmama neden oldu. Kalbim gümbür gümbür atmaya başladı.

Julian Jacos'a aittir.

Dizlerim boşaldı. Hafif bir ses çıkararak, haftalardır gördüğüm en rahatlatıcı şeyin üstüne kapanarak yere düştüm. Parmaklarım isminin çizgilerinin üstünde dolaştı; keşke yazısından çıkıverse ve sesini zihnimden başka bir yerde duyabilsem, diye düşündüm. Sayfaları karıştırıp ona ait başka bir şey aradım. Sözcüklerin her biri onun ılıklığıyla yankılanarak geçti. Poyraz'ın tarihi, oluşumu ve üç yüz sene boyunca gelip gitmiş Gümüş kralları ve kraliçeleri gözümün önünden geçti. Bazı bölümlerin altı çizilmişti ya da yanlarına notlar eklenmişti. Julian'ı sayfalarda her gördüğümde, göğsüm mutlulukla dolup taştı. İçinde bulunduğum duruma ve acı veren yara izlerime rağmen gülümsedim.

Diğer kitaplar da aynıydı. Hepsi Julian'a aitti, daha büyük koleksiyonlarının parçalarıydı. Bunları açlıktan kırılmış gibi inceledim. Tarih kitaplarını çok severdi ama bilim kitapları da vardı. Hatta bir roman bile. İçinde iki isim gördüm. Julian'dan Coriane'e. Harflere, Cal'in annesinin o kocaman saraydaki tek kanıtına baktım. O kitabı özenle yerine koyarken, parmaklarım kırık cilt kapağında biraz daha kaldı. Coriane bunu asla okuyamamıştı. Belki de fırsatı olmamıştı.

Aslında, bunların beni mutlu etmesi hoşuma gitmemişti. Ma-ven'ın beni, bunları bana verecek kadar iyi tanıyor olmasından nefret ettim. Çünkü bunları kesinlikle o yollamıştı. Benden ancak bu şekilde özür dileyebilirdi ve ben sadece bu özrünü kabul edebilirdim. Ama kabul etmedim. Tabii ki etmedim. Gülümsemem belirdiği hızla silindi. Kral söz konusuysa, nefretten başka bir şey hissedemezdim. Manipülasyonları annesininkiler kadar kusursuz değildi ama onları hâlâ hissediyordum ve beni etkilemelerine izin vermeyecektim.

Bir an, kitapları öncekiler gibi parçalasam mı, diye düşündüm. Maven'a hediyesi hakkında ne düşündüğümü gösterebilirdim. Ama bunu yapamadım. Parmaklarım kolaylıkla yırtabileceğim sayfalarda kaldı. Kitapları teker teker, dikkatle rafa dizdim.

Kralın kafesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin