VII. (yedi) Bölüm

28 17 0
                                    

Sarayın giriş katı garip bir biçimde boştu; etrafta sadece geçitlerin başında nöbet tutan birkaç muhafız vardı. Maven'la birlikte olacak muhafızlardı bunlar, Gözcüler değil. Evangeline düşündüğüm gibi o kocaman, kemerli kapılardan taht odasına girmek için sağa sapmadı.

Tam aksine, peşinde bizlerle dümdüz ilerledi ve çok iyi bildiğim bir başka odaya girdi.

Konsey odasıydı burası. Mermerden ve cilalanmış, parıldayan ahşaptan oluşan kusursuz bir daire biçimindeydi. Duvarların önünde koltuklar ve Poyraz mührü vardı, süslü zemini de Alevli Taç kaplamıştı. Kırmızı, siyah ve soyluların gümüş rengindeydi ve sivri uçlarından alevler fışkırıyordu. Bunu görünce az kalsın tökezleyecektim. Gözlerimi kapamak zorunda kaldım. Kedicik kesinlikle beni odaya girmem için çekiştirecekti. O sarayı daha fazla görmeyeceğim anlamına geliyorsa, memnuniyetle buna izin verirdim. Walsh'un orada öldüğünü hatırladım. Yüzü gözkapaklarımın ardından parlayarak belirdi o anda. Bir tavşan gibi avlanmıştı. Onu yakalayanlar da kurtlardı: Evangeline, Ptolemus, Cal. Onu Kırmızı Muhafızlar'ın emirlerini yerine getirirken Arkeon'un altındaki tünellerde yakalamışlardı. Onu bulup buraya getirmişler ve sorgulanması için Kraliçe Elara'nın huzuruna çıkarmışlardı. Ama sorgulanma aşamasına bile gelmeden Walsh intihar etmişti. Kırmızı Muhafızlar'ın sırlarını koruyabilmek için, hepimizin önünde onu öldürecek bir hap içmişti. Beni korumak için.

Müziğin sesi üç misline çıkınca, gözlerimi tekrar açtım.

Konsey odası geride kalmıştı ama karşımdaki manzara çok daha kötüydü.
Müzik harikulade taht odasının her karışına sızıyor ve alkolün tatlı ve mide bulandırıcı kokusuyla havada dans ediyordu. Odanın zemininden birkaç adım yüksekte olan ve gürültülü partinin muhteşem manzarasına bakan platforma çıktık... Birileri orada olduğumuzu fark edene dek aradan birkaç saniye geçti.

Sinirlerim gerilmiş ve savunmaya geçmiş bir halde sağa sola bakındım, bir fırsat veya tehlike var mı diye gördüğüm her yüzü ve gölgeyi inceledim. İpekli kumaşlar, değerli taşlar ve şık zırhlar bir düzine kadar avize ışığının altında göz kırpıyor, mermer zeminde adeta bir takımyıldız oluşturuyordu. Bir aylık esaretten sonra, bu manzara sinirlerime yapılan bir saldırı gibi geldi ama bunları açlıktan kırılmak üzere olan bir kız gibi yuttum. O kadar çok renk, ses, tanıdık lord ve leydi vardı ki. Şimdilik beni fark etmedikleri için gözleri bana çevrilmedi. Hepsi birbirlerine, şarap kadehlerine ve rengârenk içkilerine, insanı huzursuz eden ritme, havada kıvrılan kokulu dumana odaklanmışlardı. Bu bir tür kutlama olmalıydı ama neyi kutladıklarını bilmiyordum.

Doğal olarak, aklıma bir sürü şey geldi. Bir zafer daha mı kazanmışlardı? Cal’e, Kırmızı Muhafızlar'a karşı mı kazanmışlardı? Yoksa hâlâ benim yakalanmamı mı kutluyorlardı?

Evangeline'e şöyle bir bakınca, sorumun yanıtını aldım. Onun bana bile öyle kaşlarını çattığını görmemiştim. Bir kediyi andıran alaycı ifadesi hiç görmediğim kadar çirkin, öfkeli ve hiddetli bir hale gelmişti. Manzarayı süzerken gözleri simsiyah kesildi. Saf bir mutluluk yaşayan halkını yutan kapkara birer boşluk gibiydiler.

Ya da saf bir cehaletin pençesindeki halkını.

Birisinin emriyle karşı duvardan bir grup Kızıl hizmetkâr önceden prova edilmiş şekilde bir sıraya dizilerek odada ilerlemeye başladı. Ellerinde yakut, altm ve elmas yıldız ışığını andıran renklerde sıvılar bulunan kristal kadehler taşıdıkları tepsiler vardı. Kalabalığın diğer tarafına vardıklarında tepsiler boşalmış ve hızla yeniden doldurulmuştu. Tekrar diğer tarafa ilerlediklerinde, tepsiler yeniden boşaldı. Gümüşlerin nasıl ayakta kaldıklarını hiç anlayamıyordum. Elleri kadehlerinin etrafını birer pençe gibi sarmış halde konuşarak veya dans ederek şamatalarına devam ettiler. Birkaçı karmaşık görünümlü pipolardan içlerine nefes çekip havaya tuhaf renkli bir duman üflüyordu. Bu duman çok sayıda Sütunkentli ihtiyarın kıskançlıkla biriktirdiği tütün gibi kokmuyordu. Pipolarında her biri minicik birer ışık gibi beliren kıvılcımları imrenerek izledim.

Kızıllardan oluşan hizmetkârları izlemek daha da kötüydü. Kalbimi sızlatıyorlardı. Onların yerinde olmak için neler vermezdim. Bir mahkûm yerine bir hizmetkâr olmak için. Aptal, diye kendimi azarlardım. Onlar da senin gibi mahkûm. Türünün tamamı gibi. Bir Gümüş'ün çizmesinin altında mahsur kalmışlar ama bazılarının nefes alacak daha çok yeri var.

Onun yüzünden.

Evangeline platformdan indi ve Arven’ler beni peşinden gitmeye zorladı. Merdivenler bizi doğrudan, muazzam önemini vurgulayacak kadar yüksek bir başka platforma götürdü. Tabii ki üstünde bir düzine kadar maskeli ve silahlı, her santimi ürkütücü Gözcü duruyordu.

Hatırladığım tahtları görmeyi bekledim. Kralın tahtında elmascam alevleri, kraliçeninkindeyse safir ve parlatılmış beyaz altınolmalıydı. Ama bunların yerine, Maven'ın bir ay önce beni zincirlenmiş halde dünyaya sergilerken kalktığı aynı tahtı gördüm.

Üstünde değerli taşlar ya da metaller yoktu. Sadece parlak, düz kenarlı ve kıvrımlı bir şeyle kaplı, rütbe işaretlerinden tamamıyla yoksun gri taşlardan yapılmış bir tahttı. Soğuk ve rahatsız olduğu kadar son derecede ağır görünüyordu. Maven'ı küçük gösteriyor, ona her zamankinden genç ve ufak tefek bir görünüm veriyordu. Güçlü görünmek güçlü olmak anlamına gelirdi. Bu dersi Elara'dan öğrenmiştim ama nedense Maven öğrenmemiş gibiydi. Yaşını gösteriyor, teni siyah üniforması yüzünden aşırı solgun görünüyordu ve renk olarak üzerinde yalnızca pelerininin kan kırmızısı kenarları, çok sayıdaki gümüş madalyaları ve gözlerinin o buz gibi mavisi vardı.

Calore Hanesi'nden Kral Maven, orada olduğumu anladığı anda gözlerimin içine baktı.

O an havada, bir zaman ipliğinde asılı kaldı. Aramızda müthiş bir gürültüden ve zarif bir karmaşadan oluşan dikkat dağıtıcı bir kanyon vardı ama oda adeta boştu.

Bendeki farkı görecek mi diye merak ettim. Sessiz hapishanemin bana çektirdiği hastalıkları, acıyı ve işkenceyi. Görüyor olmalıydı. Bakışları, belirginleşmiş elmacıkkemiklerimden tasmama, bana giydirdikleri beyaz renkli bol elbiseye kadar üstümde dolaştı. Bu sefer, kanlar içinde değildim ama keşke öyle olsaydım. Herkese ne olduğumu, eskiden beri olduğum şeyi göstermek istedim. Kızıl. Yaralı. Ama sağ. Saray halkının ve birkaç dakika önce Evangeline'in önünde yaptığım gibi omuzlarımı dikleştirdim ve içimde kalan son güçle ve suçlama ifadesiyle ona baktım. Onu dikkatle incelerken, sadece benim görebildiğim çatlakları kadar dik görünen duruşunu inceledim.

Sen bir katilsin, Maven Calore, bir ödleksin ve bir zayıflıksın.

İşe yaradı. Bakışlarını benden ayırdı, iki eliyle tuttuğu tahtının kollarını bırakmadan hızla ayağa kalktı. Öfkesi bir çekiç darbesi gibi odaya indi.

"Açıklama yap, Muhafız Arven!" diye bağırdı en yakındaki muhafızıma.

Üçlü olduğu yerde sıçradı.

Bu öfkeli haykırış müziğin, dansın ve içilen içkilerin bir anda kesilmesine neden oldu.

Üçlü, "E-efendim..." diye kekeleyip eldivenli eliyle kolumu sıkıca tuttu. Dokunuşu kalp atışlarımı yavaşlatacak kadar büyük bir sessizlik oluşturdu. Kendisini ya da müstakbel Kraliçe'yi suçlu göstermeyecek bir açıklama düşünmeye çalıştı ama hiçbir şey diyemedi.

Zincirim Kedicik'in elinde titriyordu ama hâlâ sıkı sıkı tutuyordu.

Sadece Evangeline Kral'm öfkesinden etkilenmemişti. Bu tepkiyi bekliyordu.

Maven ona beni yanına götürmesini emretmedi. Hiçbir şey istemedi.

Maven aptal değildi. Elini Üçlü’ye salladı ve onun nafile yere yapmaya çalıştığı açıklamayı tek bir hareketle sonlandırdı. "Bu yetersiz girişimin yeteri kadar yanıt sayılır," dedi. "Sen ne diyeceksin, Evangeline?"

Evangeline'in kalabalığın arasındaki babası dimdik duruyor, onu iri, sert ifadeli gözleriyle izliyordu. Bir başkası onun korktuğunu söyleyebilirdi ama Volo Samos'un herhangi bir duyguyu hissetme gücüne sahip olduğunu sanmıyordum. Volo Samos ne düşündüğünü ele vermeyen bir ifadeyle sivri sakalını sıvazlamakla yetindi. Ptolemus hislerini gizlemekte onun kadar başarılı değildi. Platformda Gözcülerle dururken, üstünde alevli bir cüppe veya maske olmayan tek kişi oydu. Bedeni kıpırtısız olduğu halde, bakışları Kral ile kız kardeşi arasında gidip geliyor, yumruklarından birini ağır ağır sıkıyordu.

Kralın kafesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin