( yirmi sekiz ) Bölüm

14 3 0
                                    

  Sürgündeki prensi harekete geçirenin ne olduğunu bilmiyordum... Ta ki Kral Maven lanet taç giyme turuna başlayana dek. Kesinlikle bir numara, kesinlikle bir başka kandırmacaydı bu. Doğrudan da bize geliyordu. Herkes bir saldırı olacağından şüpheleniyordu. Önce bizim saldırmamız gerekiyordu.

Cal tek bir konuda haklıydı. Korviyum'un duvarlarını yıkmak en iyi eylem planımızdı.

Bunu iki gün önce gerçekleştirmişti.

Albay'la ve sığmaklı kalesi olan şehirde halihazırda bulunan isyankârlarla çalışarak, Kırmızı Muhafızlar'dan ve Yenikan askerlerden oluşan güçlü bir ekiple bir saldırı düzenlemişti. Tipide gizlenmişlerdi ve beklenmedik bir saldırının yarattığı şok işlerine yaramıştı. Cal benden onlara katılmamı istememesi gerektiğini biliyordu. Rokasta'da Farley'yle kaldım. İkimiz de telsizin başında volta atıyor, heyecanla haber bekliyorduk. Bir ara uyuyakaldım ama Farley beni şafak sökmeden önce sırıtarak uyandırdı. Duvarları ele geçirmiştik. Korviyum bu saldırıya hazırlıksız yakalanmıştı. Şehir büyük bir karmaşa içindeydi.

Artık kimse geride kalamazdı. Ben bile. İşin aslı, gitmek istiyordum. Savaşmak için değil, zaferin neye benzediğini görmek için. Bir de tabii Boğaz'a, kardeşime ve amacım olmaya benzeyen bir şeye bir adım daha yaklaşmak için.

Böylece, kendimi Farley’nin bölüğünün geri kalanıyla bir sıra ağacın ardına gizlenmiş, siyah duvarlara ve onlardan daha da siyah dumanlara bakarken bulmuştum. Korviyum içten içe yanıyordu. Pek bir şey göremiyordum ama raporlardan haberdardım. Bazıları Muhafızlar tarafından harekete geçirilen binlerce Kızıl, Cal ve Albay saldırır saldırmaz harekete geçmişti. Şehir çoktan bir barut fıçısına dönüşmüştü. Bir ateş prensinin fitili yakıp patlatması da gayet uygun olmuştu. Bir gün sonra bile, biz sokak sokak şehri ele geçirirken çatışmalar devam ediyordu. Arada sırada patlayan silah sesleri sessiz sayılabilecek anları bölüyor, irkilmeme neden oluyordu.

Uzaklara bakıp bir insanın görebileceğinden fazlasını görmeye çalıştım. Gökyüzü çoktan kararmaya başlamış, güneş gri bulutların arkasında kalmıştı. Kuzeybatı yönündeki Boğaz'da bulutlar kapkara olmuş, kül ve ölümle adeta ağırlaşmışlardı. Morrey oralarda bir yerdeydi. Maven reşit olmayan askerleri serbest bırakmıştı ama aldığımız son bilgilere göre Morrey'nin birliği oradan çıkmamıştı. Onlar en geride, bir siperin en derinlerindeydi. Kırmızı Muhafızlar da birliğin geri döneceği yeri tutuyordu. İkiz kardeşimin soğuktan korunmak için kollarını etrafına sardığını, üstüne çok büyük gelen üniformasıyla, gözleri kararmış ve çökmüş bir halde orada olduğunu gözlerimin önüne getirmemeye çalıştım. Ama bu görüntü beynime kazınmıştı. Aklımı Korviyum'a, o sırada yapmam gereken işe verdim. Buraya odaklanmam gerekiyordu. Şehri ne kadar çabuk ele geçirirsek, askere yeni alınanları da bir o kadar kısa sürede kurtarabilirdik. Sonra ne olacak? dedim içimden. Onu eve mi yollayacağım? Bir başka cehennem deliğine mi?

Zihnimdeki sorular için de yanıtlarım yoktu. Morrey'yi Yeni Kent'teki fabrikalara geri gönderme fikri, onu annemle babamın yanma yollamak anlamına gelse bile, midemi bulandırıyordu. Kardeşimi geri aldıktan sonra hedefim onlardı. Bir imkânsız hayal diğerini izliyordu."İki Gümüş az önce bir Kızıl askeri bir kuleden aşağı attılar." Ada gözlerini kısıp bir dürbünden baktı. Onun yanında duran Farley sakindi ve kollarını soğukkanlılıkla göğsünde kavuşturmuştu.

Ada duvarları taramaya, sinyalleri okumaya devam etti. Gri ışığın altında, altın renkli teni soluk bir tona bürünmüştü. Hastalanmadığını umdum.

"Pozisyonlarını güçlendiriyorlar; geri çekilip ikinci duvarın arkasındaki merkezi alanda yeniden bir araya geliyorlar. En az elli kişi görüyorum," diye mırıldandı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 05, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Kralın kafesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin