Gözleri öfkeliydi; saçları vaktinden önce grileşmişti ve düzgünce bir kuyruk biçiminde arkadan bağlanmıştı. Maven Calore için taze kanlı yeni bir evcil hayvan olmuştu ama gördüğüm kadarıyla zincire vurulmamıştı. Çünkü Maven'ın çocuklardan oluşan bir lejyonu kurtarma girişimimizi daha başlamadan durdurmasına yardım etmişti. Maven'a, izleyeceğimiz yolları ve gele-çeklerimizi anlatmıştı. Beni hediye gibi sararak çocuk krala vermişti. Hepimize ihanet etmişti.
Jon doğal olarak bakışlarını bana dikmişti bile. Yaptığı şeyler için ondan bir özür duyacağımı sanmıyordum ve duymadım da.
“Sorgulama ne olacak?"
Sol yanımdan tanımadığım bir ses sormuştu bunu. Yine de yüzünü tanıyordum.
Samson Merandus’tu. Bir arena dövüşçüsü, vahşi bir fısıltı ve ölü Kraliçe'nin kuzenlerinden biriydi. Herkesin arasından geçip bana doğru gelirken irkilmeden edemedim. Bir başka hayatta, onun arenadaki rakibinin kendisini bıçaklayıp öldürmesini sağladığını görmüştüm. Kilorn yanımda oturmuş, özgürlüğünün son saatlerinin keyfini çıkararak izlemiş ve tezahürat etmişti. Sonra efendisi ölmüş ve tüm dünyamız değişmişti. Yollarımız değişmişti. Pürüzsüz mermer zeminde boylu boyunca yatarken, üşümüş ve kanlar içindeyken, bir kralın ayaklarının dibindeki bir köpekten de aşağılık vaziyetteydim.
"Sorgulama için fazla mı iyi, Majesteleri?” diye devam etti Samson beyaz ellerinden birini bana doğrultarak. Çenemi tutup başımı kaldırmaya zorladı. Onu ısırmamak için kendimi zor tuttum. Evan-geline'e beni boğması için bir bahane daha vermek istemiyordum. "Onun neler gördüğünü düşünün. Neler bildiğini. Onların lideri o... Kendi zavallı türünün sırlarını anlamamızın anahtarı."
Yanılıyordu ama kalp atışlarım yine de göğsümü dövüyordu. Büyük bir zarar verecek kadar çok şey biliyordum. Gözlerimin önüne Gizada, Albay ve Yüksektepe ikizleri geldi. Lejyonlara sızış. Şehirler. Ülkenin dört yanındaki mültecileri güvenli yerlere götürmekte olan fısıltılar. Özenle gizlenmiş ve yakında açığa çıkacak sırlar. Bildiklerim kaç kişiyi tehlikeye atacaktı? Bildiklerimi öğrendiklerinde kaç kişi ölecekti?
Üstelik bu sadece askeri istihbarattı. Kendi zihnimin karanlık kısımları daha da kötüydü. En kötü iblislerimi gizlediğim köşeler. Maven bunlardan biriydi. Hatırladığım, sevdiğim ve gerçek olmasını dilediğim prens. Bir de Cal vardı. Onu yanımda tutmak için yaptıklarım, göz ardı ettiklerim ve müttefikleri konusunda kendime söylediğim yalanlar. Utancım ve hatalarım içimi yiyor, köklerimi kemiriyordu. Samson'ın ya da Maven’ın içimde bu tür şeyler görmelerine izin veremezdim.
Lütfen, diye yalvarmak istedim. Dudaklarım kıpırdamadı. Ma-ven'dan nefret ediyor ve acı çektiğini görmek istiyordum ama onun sahip olduğum en iyi şans olduğunu da biliyordum. Fakat en güçlü müttefiklerin ve en kötü düşmanların karşısında merhamet dilemek zaten güçsüz bir kralı daha da güçsüz kılardı. O yüzden sessiz kaldım ve Samson'ın çenemi sıkıca tuttuğunu göz ardı etmeye çalışıp sadece Maven'ın yüzüne odaklandım.
Kısa ama uzun bir an göz göze geldik.
"Emirlerinizi biliyorsunuz," dedi sert bir tavırla muhafızlarıma başını sallayarak.
Muhafızlar beni sıkı sıkı tuttular ama ayağa kaldırırken hiçbir yerimi çürütmediler. Ellerini ve zincirlerimi kullanarak kalabalığın arasında ilerlememi sağladılar. Hepsini geride bıraktım. Evangeline, Ptolemus, Samson ve Maven.
Maven hızla arkasına döndü ve aksi istikamette, onu sıcak tutacak, geriye kalmış son şeye doğru ilerledi.
Donmuş alevlerden oluşan tahtına.
Hiç yalnız kalamıyordum.Muhafızlar hiçbir yere gitmiyordu. Her zaman iki muhafız oluyordu; beni sürekli izliyor, sessiz ve baskı altında tutuyorlardı. Beni bir mahkûma dönüştürmek için kilitli bir kapıdan fazlasına ihtiyaçları yoktu. Gerçi odamın ortasına kadar iteklenmeden kapıya yaklaşmam bile mümkün değildi. Benden güçlüydüler ve her daim tetikte bekliyorlardı. Gözlerinden kaçabilmenin tek yolu beyaz karolar ve altın teçhizatlarla döşeli, zemininde ürkütücü bir Sessiz Taş sırası olan ufak banyoydu. Başımı ağrıdan zonklatmaya ve boğazımın sıkışmasına yetecek kadar inci gibi parıldayan, gri ve kaim tabakalar vardı orada. Banyoda işimi çabuk görmem ve beni boğan her saniyeden faydalanmam gerekiyordu. Bu his bana Cameron'ı ve yeteneğini hatırlatmıştı. Birisini sessizliğinin gücüyle öldürebilirdi. Muhafızlarımın sürekli tetikte olmasından nefret ediyordum ama birkaç dakika daha huzur içinde olabileyim diye bir banyonun zemininde boğulma riskini göze alamıyordum.
Komikti çünkü eskiden en büyük korkumun yalnız kalmak olduğunu düşünürdüm. Artık hiç yalnız olmadığım halde, hayatımda hiç bu kadar korkmadığımı hissediyordum.
Şimşeğimi dört gündür hissetmemiştim.
Beş.
Altı.
On yedi.
Otuz bir.
Her günü, aradan geçen zamanı yatağımın yanındaki süpürgeliğe çatalla bir çentik atarak işaretliyordum. İzimi bırakmak, Beya-zateş Sarayı'nın hapishanesine ufak da olsa zarar vermek kendimi iyi hissetmemi sağlıyordu. Arven'ler bunu umursamıyorlardı. Genel olarak benimle pek ilgilenmiyor, sadece kesin ve istisnasız sessizliğe odaklanıyorlardı. Kapının yanında canlı gözleri olan heykeller gibi oturuyorlardı.
Burası Beyazateş'te son bulunduğumda uyuduğum oda değildi. Elbette, soylu bir mahkûmu soylu bir gelinle aynı yerde tutmak doğru olmazdı. Ama bir hücrede de değildim. Kafesim rahattı ve güzel döşenmişti; lüks bir yatak, sıkıcı ciltli kitaplarla dolu bir raf, birkaç sandalye, yemek yemek için bir masa ve hatta hepsi gri, kahverengi ve beyaz gibi nötr tonlarda şık perdeler bile vardı. Tıpkı Arven'lerin benden emdiği güç gibi renksizdi hepsi.
Zaman geçtikçe, yalnız uyumaya alıştım ama onları kovacak Cal yanımda olmadığı için kâbuslar beni rahatsız etmeye devam ediyordu. Beni umursayacak birisi yoktu. Her uyandığımda, kulaklarımı süsleyen küpelere dokunuyor, tek tek her bir taşın ismini söylüyordum. Bree,
Tramy, Shade, Kilorn. Kanım canım ve bağım olan erkek kardeşlerim. Üçü hayatta, biri hayalet olan kardeşlerim. Keşke Gisa'ya verdiğime uyan bir küpem olsaydı da ondan da bir parça bende kalsaydı, diye düşündüm. Bazen onu rüyamda görüyordum. Tam hatırlayamıyordum ama yüzü ve kanlar içinde kalmış gibi koyu kızıla boyanmış saçları gözlerimin önüne gelip gidiyordu. Beni en çok rahatsız edense söyledikleriydi. Bir gün, insanlar gelecek ve sahip olduğun her şeyi alacak. Haklıydı.
Odamda hiçbir yerde, banyoda bile ayna yoktu. Ama orada olmanın bana neler yaptığını biliyordum. Bol miktarda yemeğe ve egzersiz yapmamama rağmen yüzüm incelemiş gibiydi.Ben eriyip biterken, kemiklerim derimin altında hiç olmadığı kadar belirginleşmişti. Uyumaktan veya Poyraz vergi kanunlarıyla ilgili ciltlerden birini okumaktan başka yapacak pek bir şey yoktu ama yine de günlerdir bitkin hissediyordum. Her dokunuşta çürükler oluşuyordu. Tasma da günlerimi üşüyerek ve titreyerek geçirdiğim halde sıcaktı. Ateşim olabilirdi. Ölüyor da olabilirdim.
Bunu söyleyebileceğim kimse yoktu tabii. Günler boyunca neredeyse hiç konuşmamıştım. Kapı sadece yiyecek ve su için, bir de muhafızlarım değişsin diye açılıyordu. Bir kere bile Kızıl bir hizmetçi veya uşak görmemiştim ama onlar da olmalıydı. Dışarıya bırakılan yemekleri, çarşafları ve giysileri onların yerine Arven’ler alıyor, kullanmam için içeri getiriyorlardı. Odamı da onlar temizliyor, bu kadar küçük düşürücü bir iş yaptıkları için suratlarını ekşitiyorlardı. Sanırım bir Kızıl'ın odama girmesine izin vermeleri fazlasıyla tehlikeliydi. Bunu düşününce gülümsedim. Demek Kırmızı Muhafızlar onlar için hâlâ bir tehditti ve varlıkları hizmetçilerin bile yanıma gelmesini engelleyecek sıkı bir protokol izlenmesini sağlamaya yetiyordu.
Ama odaya yaklaşan başka kimse yoktu. Kimse şimşek kızı aval aval veya aç gözlerle izlemek için gelmiyordu. Maven bile.
Arven’ler benimle konuşmuyorlardı. Bana isimlerini söylemiyorlardı. O yüzden ben de onlara kendi bulduğum isimleri vermiştim. Benden daha ufak tefek olan, minik suratlı ve keskin, dikkatli bakışlı yaşlıca kadına Kedicik diyordum. Diğer muhafız, kardeşleri gibi kafası toparlak, beyaz ve dazlak adama Yumurta ismini vermiştim. Üçlü'nün boynunda kusursuz bir pençe izini andıran üç çizgiden oluşan bir dövme vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kralın kafesi
FantasyMare Barrow şimşeği olmadan tamamen güçsüz düşmüştür ve ölümcül hatalarını unutamamaktadır. Bir zamanlar sevdiği, yalan ve ihanetlerden ibaret bir çocuğun merhametine kalmıştır. Artık kral olan Maven, ülkesini ve tutsağını kontrolü altına alabilmek...