Hapishanemden dışarı çıkmayalı birkaç gün olmuştu. Zaten çıktığımda da her yanımda muhafızlar vardı ve tasmamı da Evangeline tutuyordu. Koridor o sırada boştu. Koridor boyunca tavandaki ampuller patlamıştı ve sönük halleriyle alay ediyor gibiydiler. Elektrik hissim güçsüzdü, karanlıkta sadece bir kıvılcım kadardı. Geri gelmesi gerekiyordu. Geri gelmezse, planım işe yaramayacaktı. İçime bir panik hissinin dolduğunu hissettim... Ya onu sonsuza dek yitirdiysem? Ya Maven şimşeğimi benden aldıysa?
Var gücümle koşmaya başladım ve Beyazateş'i hatırlamaya çalıştım. Evangeline beni solda kalan balo salonlarına, büyük salonlara ve taht odasına götürmüştü. O bölgenin muhafızlar ve askerler, dahası başlı başına tehlikeli olan Poyraz soylularıyla dolu olduğunu düşündüm. O yüzden sağa saptım.
Tabii ki kameralar beni izliyordu. Her köşede bir kamera olduğunu fark ettim. Acaba bunlar da kısa devreye uğradı mı yoksa şu anda birkaç askeri eğlendiriyor muyum, diye merak ettim. Ne kadar uzağa gidebileceğime dair bahse giriyor olabilirlerdi. Lanetli bir kızm lanetli girişimi.
Bir hizmet merdiveninden bir sahanlığa indim ve neredeyse telaştan bir hizmetçiyi yere devirecektim.
Onu görünce kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Benim yaşlarımda bir gençti ve çay tepsisini tutarken yanakları kızarmaya başlamıştı bile. Kıpkırmızı oldu.
"Bir yalan!" diye bağırdım ona. "Bana yaptıracakları şey. Hepsi yalan!”
Merdivenlerin üstünde ve altında bir çift kapı çarparak peş peşe açıldı. Yine köşeye sıkışmıştım. Tuzağa düşmek gibi kötü bir huy edinmiştim."Mare..." dedi genç, ismimi söylerken titreyen dudaklarıyla. Onu korkutmuştum.
"Bir yolunu bul, Kırmızı Muhafızlar'a haber ver. Kimi bulursan söyle. Bu, bir başka yalan!”
Birisi beni belimden tuttu, geriye ve yukarıya doğru çekip oradan uzaklaştırdı. Bakışlarımı uşak çocuktan ayırmadım. Aşağıdan onun olduğu kata çıkan üniformalı askerler onu ittiler ve gözlerini kırpmadan duvara dayadılar. Çocuğun tepsisi büyük bir gümbürtüyle yere düştü ve çaylar döküldü.
Bir el ağzımı kapamadan önce, "Hepsi yalan!" diye bağırmayı başardım.
Kıvılcım çıkarmaya, hayal meyal hissettiğim şimşeğime ulaşmaya çalıştım. Hiçbir şey olmayınca kan tadı alabilmek için beni tutan adamın elini sertçe ısırdım.
Güvenlik görevlisi küfrederek elini indirirken, karşıma bir başka görevli geldi ve tekmeler savuran bacaklarımı ustalıkla yakaladı. Suratına kan tükürdüm.
Yüzüme elinin tersiyle ölümcül bir zarafete sahip şiddetli bir tokat indirince onu tanıdım.
"Seni görmek güzel, Sonya," diye hırladım. Karnına tekme atmak istedim ama sıkılmış gibi yana kaçtı.
Lütfen, diye yalvardım içimden, elektrik beni duyabilirmiş gibi. Hiçbir şey yanıt vermeyince, hıçkırmamak için kendimi zor tuttum. Çok güçsüzdüm. Aradan çok uzun süre geçmişti. Sonya ipekli bir kumaş gibi güçsüz bir kızın direnmesine tenezzül etmeyecek kadar atik ve kıvraktı. Üniformasına baktım. Gümüş çizgili siyah bir üniformaydı ve omuzlarında Iral Hanesi'nin mavi ve kırmızı renkleri vardı. Göğsündeki nişanlardan ve yakasındaki rozetlerden artık Güvenlik'in kıdemli görevlilerinden biri olduğu anlaşılıyordu. "Terfi etmişsin, tebrik ederim," diye öfkeyle kükreyerek debelendim çünkü elimden bir tek bu geliyordu. "Antrenman yakında bitiyor mu?”
Mengene gibi elleriyle ayaklarımı daha da sıkı tuttu.
"Protokol kısmını tamamlayamamış olman çok yazık." Ayaklarımı bırakmadan suratını omzuna sürttü ve yanağındaki gümüş kanını silmeye çalıştı. "Biraz görgü kuralı öğrenebilirdin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kralın kafesi
FantasyMare Barrow şimşeği olmadan tamamen güçsüz düşmüştür ve ölümcül hatalarını unutamamaktadır. Bir zamanlar sevdiği, yalan ve ihanetlerden ibaret bir çocuğun merhametine kalmıştır. Artık kral olan Maven, ülkesini ve tutsağını kontrolü altına alabilmek...