"Kontrollerin başında," dedi Farley başını kâğıtlardan kaldırmadan. Elleri mürekkep lekeleriyle kaplanmıştı ve burnunda ve kan çanağına dönmüş gözlerinin altında bile lekeler vardı. Muhafız yazışmalarını, şifreli mesajları ve emirleri inceliyor gibiydi. Kırmızı Muhafızlar'ın üst seviyeleriyle ilgili Komutanlık’tan gelen sürekli fısıltıları hatırladığını biliyordum. Bunlar hakkında kimse fazla bilgi sahibi değildi, hele ben hiç değildim. On kere sormadığım sürece, kime bana bir şey anlatmıyordu.
Görünüşü kaşlarımı çatmama neden oldu. Karnını gizleyen masaya rağmen, durumu belli olmaya başlamıştı. Yüzü ve parmakları şiş gibiydi. Masasının üstünde de yemek artıklarıyla dolu üç tabak duruyordu.
"Arada sırada uyumak iyi bir fikir olabilir, Farley."
"Olabilir." Onun için endişelenmeme sinir olmuş gibiydi.
Tamam, bana kulak asma. Yavaşça iç çekip ona arkamı döndüm.
"Korviyum'un diken üstünde olduğunu ona söyle," dedi Farley sert ve haşin bir sesle. Bu, bir emirdi ama aynı zamanda başka bir şeydi.
Başımı çevirip ona baktım ve kaşımı kaldırdım. "Neden diken üstünde?"
"İsyanların çıktığına ve Gümüş askerlerinin öldüğüne dair oradan buradan haberler geliyor. Cephanelikleri, havaya uçmak gibi kötü bir huy edinmiş.” Buna neredeyse alaycı bir ifadeyle gülecekti. Neredeyse. Shade Barrovv öldüğünden beri gülümsediğini görmemiştim.
"Tanıdık birilerinin işi gibi. Kırmızı Muhafızlar şehirde mi?"
En sonunda başını kaldırdı. "Bildiğimiz kadarıyla değiller.""O halde birlikler geri dönüyordur." Göğsümde o anda yepyeni, keskin bir umut hissi yeşermişti. "Kızıl askerler...”
"Korviyum'da konuşlanmış binlercesi var. Birkaçından daha fazlası Gümüş askerlerine karşı büyük bir çoğunluk oluşturduklarının farkına vardı. En azından, bire dört."
Bire dört. Bunu duyunca içimde yeşeren umut soldu. Gümüşlerin ne olduğunu ve ne yapabildiklerini kendi gözlerimle görmüştüm. Onların mahkûmları ve rakipleri olmuş, sadece kendi yeteneğim sayesinde onlara direnmiştim. Tek bir Gümüş'e karşı dört Kızıl hâlâ intihar sayılırdı. Doğrudan bir yenilgi olurdu. Ama Farley öyle düşünmüyor gibiydi.
Huzursuz olduğumu hissedip elinden geldiğince yumuşak bir tavra büründü. Tıpkı bir bıçağa dönüşen bir jilet gibi. "Erkek kardeşin şehirde değil. Hançer Birliği hâlâ Boğaz’daki hattın gerisinde."
Bir mayın tarlası ile cayır cayır yanan bir şehrin arasına sıkışmış durumdaydı. Harika.
"Morrey için endişelenmiyorum." Şu anda. "Sadece şehri nasıl ele geçirmeyi umduklarını anlayamıyorum. Sayıları fazla olabilir ama Gümüşler... Şey, onlar Gümüş. Birkaç düzine mıknatıs, gözlerini dahi kırpmadan yüzlercesini öldürebilir."
Zihnimde Korviyum’u canlandırdım. Orayı sadece Gümüş yayınlarından kırpılmış kısa videolarda ya da Kırmızı Muhafızlar tarafından ele geçirilen rapor görüntülerinde görmüştüm. Şehirden ziyade bir kaleydi ve kasvetli kapkara duvarlarla çevriliydi; savaşın çorak topraklarına, kuzeye bakan tek parça bir abideydi. Orası bana tereddütler yuvam dediğim yeri hatırlatıyordu. Yeni Kent'in kendi duvarları vardı ve hayatlarımızı gözeten çok sayıda askeri bulunuyordu. Bizim sayımız da binleri buluyordu ama tek tük isyancımız vardiyalarına geç kalıyor ya da sokağa çıkma yasağından sonra gizlice dışarı çıkıyordu. Yapılabilecek başka hiçbir şey yoktu. Hayatlarımız duman gibi belirsiz ve anlamsızdı.
Farley işine geri döndü. "Ona sadece dediğimi söyle. Ne yapacağını bilir."
Farley esnediğini gizlemeye çalışırken, sadece tamam der gibi başımı sallayıp kapıyı kapayabildim.
"Video alıcılarını yeniden ayarlayın, Yüzbaşı Farley'nin emri..."
Daha lafımı, her zamanki yalanımı bile tamamlayamadan, merkezi kontrolün iki yanındaki iki muhafız geriye doğru adım attı. İkisi de benimle göz göze gelmekten kaçınarak ileriye baktılar. Yüzümün utançtan alev alev yandığını hissettim.
Yenikanlar insanları en azından Gümüşler kadar çok korkutuyordu. Yetenekleri olan Kızıllar da onların gözünde bir o kadar sağı solu belli olmayan, güçlü ve tehlikeli kişilerdi. Oraya ilk vardığımızda ve daha çok asker geldiğinde, benimle ve diğerleriyle ilgili fısıltılar bir hastalık gibi yayılmıştı. Yaşlı kadın yüzünü değiştirebiliyor. Seğirip duran etrafını yanılsamalarla çevirebiliyor. Teknisyen kız seni sadece düşünce yoluyla öldürebilir...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kralın kafesi
FantastikMare Barrow şimşeği olmadan tamamen güçsüz düşmüştür ve ölümcül hatalarını unutamamaktadır. Bir zamanlar sevdiği, yalan ve ihanetlerden ibaret bir çocuğun merhametine kalmıştır. Artık kral olan Maven, ülkesini ve tutsağını kontrolü altına alabilmek...