Kontrol merkezindekiler Albay’ı izlemek için başlarını çevirdiler. Herkes görmek için heyecanla toplandığımız olayı başlatmasını bekliyordu. Dolayısıyla, herkes aynı anda tepki verdi ve çoktan dolmuş odaya Albay'm peşinden bir Gümüş daha girince hayretlerini ve şaşkın ifadelerini gizlemeye çalıştılar.
Her gördüğümde, ondan nefret etmek istiyordum. Mare'nin beni ona katılmaya, hapishaneye geri dönmeye, öldürmeye, başkalarını da ölmeye zorlamasının nedeni bu önemsiz, cılız adamdı. Ama bu seçimler ona ait değildi. O da benim kadar mahkûmdu, Korros'un hücrelerinde Sessiz Taş'ın ağır ve ezici ölümünü yaşamaya mecburdu. Şimşek kızın onu sevmesi onun suçu değildi ve bu sevginin beraberinde getirdiği lanete katlanmak zorundaydı.
Julian Jacos diğer Yenikanlarla arka duvarın oraya sinmedi, Albay'm yakınlarında kaldı ve yayını mümkün olduğunca iyi bir yerden izleyebilmek için kalabalığın ona yer vermesine ses çıkarmadı. Yerine otururken, bakışlarımı omuzlarına diktim. Halinden tavrından Gümüş kokuşmuşluğu akıyordu. Sırtı dimdikti ve kusursuzdu. Kullanmaktan rengi solmuş ödünç üniforması, grileşen saçları ve hepimizin yeraltında maruz kaldığı donuk ve soğuk bakışlarıyla nasıl biri olduğu belli oluyordu. Diğerleri de benim gibi hissediyordu. Etrafındaki askerler kılıflı tabancalarına dokunup gözlerini Gümüş adama diktiler. Onun hakkında anlatılanlar daha imalıydı. Cal'in dayısı, ölü bir kraliçenin kardeşi ve Mare'nin eski öğretmeniydi. Bizim aramıza, yüne karışan çelikten bir ilmek gibi karışmıştı ama tehlikeliydi ve kolaylıkla sıy-rılabiliyordu.
Sesi ve gözleriyle insanları kontrol edebildiği konuşuluyordu. Tıpkı kraliçe gibi. Hâlâ birçoğunun yapabildiği gibi.
Asla ama asla sırtımı dönmeyeceğim bir kişi daha. Bu liste çok uzundu.
"İzleyelim," diye bağırdı Albay, Julian’ın neden olduğu mırıltıları keserek. Ekranlar ona uyup harekete geçtiler.
Kimse konuşmadı ve Kral Maven'ın bakışları hepimizi delip geçti.
Maven o kocaman tahttan, Gümüş sarayının merkezinden, gözleri kocaman açılmış ve davetkâr bir halde bize bakıyordu. Onun bir yılan olduğunu bildiğimden, bu sahte tavrını göz ardı edebiliyordum. Ama ülkenin büyük kısmının, yüce bir iş yapması için çağırılan ve karmaşaya kapılmak üzere olan bir krallık için itaatkâr bir tavırla her şeyi yapmaya hazırmış gibi görünen bir gencin maskesinin arkasındakileri göremediğini biliyordum. Yakışıklıydı. Cal gibi iriyarı değildi ama yüz hatları hoştu; çıkık elmacıkkemiklerinden ve parlak siyah saçlardan oluşan bir heykel gibiydi. Güzeldi, yakışıklı değildi. Birisinin not tuttuğunu, muhtemelen ekrandaki her şeyi yazdığını duydum. Böylece, geri kalanımızın bir şey yapmasına gerek kalmıyordu; sadece Maven'ın sahnelemek üzere olduğu dehşet verici şeye odaklanabiliyorduk.
Öne eğildi, birisini yanına çağırıyormuş gibi elini kaldırdı.
"Öne çık, Mare."
Kameralar döndü ve ağır ağır Kral'm karşısında duran Mare'yi gösterdi. Paçavralar içinde olacağını sanıyordum ama üstünde hayal bile edemeyeceğim kadar güzel bir elbise vardı. Her yanı kan kırmızısı değerli taşlar ve süslü ipek kumaşla kaplıydı. Mare bu olay her neyle ilgiliyse, ona yer vermek için iki kenara çekilen Gümüşlerin arasından geçerek görkemli koridorda ilerlerken elbise pırıl pırıl parlıyordu. Zinciri ve tasması yoktu. Yine maskenin arkasındakileri gördüm. Krallığın da göreceğini umdum... Ama nasıl görebilirlerdi? Onu bizim kadar iyi tanımıyorlardı. Attığı her adımla, koyu renkli gözlerinde beliren gölgeleri görmüyorlardı. Çökük yanaklarını. Büzdüğü dudaklarını. Titreyen parmaklarını. Sıktığı çenesini. Bunlar sırf benim fark ettiklerimdi. Kim bilir Cal, Kilorn veya ağabeyleri şimşek kızda başka neler görüyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kralın kafesi
FantasyMare Barrow şimşeği olmadan tamamen güçsüz düşmüştür ve ölümcül hatalarını unutamamaktadır. Bir zamanlar sevdiği, yalan ve ihanetlerden ibaret bir çocuğun merhametine kalmıştır. Artık kral olan Maven, ülkesini ve tutsağını kontrolü altına alabilmek...