XXV. (yirmi beş) Bölüm

10 5 0
                                    

Aylar önce, Gümüşler değerli balolarına bir Kırmızı Muhafız saldırısı olacak diye korkup Güneş Sarayı'ndan kaçtıklarında, bu birleşik bir eylem olmuştu. Hep birlikte gitmiş, başkentte bir araya gelmek üzere peş peşe nehirden aşağı doğru ilerlemiştik. Bu olay ise farklıydı.

Maven herkesi grup grup kovmuştu. Kim olduklarını bilmiyordum ama sayının azaldığını görebiliyordum. Yaşlıca danışmanların birkaçı artık yoktu. Kraliyet hazinecisi, birkaç komutan ve çeşitli konsey üyeleri. Söylentiye göre görevlerinden alınmışlardı. Ama ben işin aslını biliyordum. Bu kişiler Cal'e ve babasına yakınlardı. Maven onlara güvenmemekle ve onları gaddarca def etmekle zekice davranıyordu. Onları öldürmüyor ya da ortadan kaldırmıyordu. Sarayda bir savaşa daha yol açmayacak kadar akıllıydı. Ama bu en azından kararlı bir hareketti. Engelleri satranç taşları gibi yolundan atıyordu. Sonuçta eksik dişleri olan ağızları andıran ziyafetler düzenleniyordu.

Her geçen gün boşluklar artıyordu. Gitmeleri istenen kişiler eski müttefiklikleri olan, daha çok şey hatırlayan ve yeni krallarına daha az güvenen yaşlıca erkekler ve kadınlardı.

Bazıları bunlara Çocuklar Heyeti demeye başlamıştı.

Bir sürü lord ve leydi gitmişti, Kral tarafından yollanmışlardı ama oğulları ve kızları geride kalmıştı. Bir ricaydı. Bir uyarıydı. Bir tehditti.

Rehin alınmışlardı.

Merandus Hanesi bile giderek artan paranoyadan kaçamamıştı. Sadece Samos Hanesi eksiksiz bir biçimde kalmış ve hiçbiri Maven'ın fırtınalı eylemine yem olmamıştı.

Hâlâ burada olanlar, derinden bağlı olanlardı. En azından, öyleymiş gibi davranıyorlardı.

Muhtemelen bu yüzden beni daha sık yanma çağırıyordu. Onu bu yüzden daha çok görüyordum. Güvenebileceği tek kişi bendim. Aslında, gerçekten tanıdığı tek kişi de bendim.

Birlikte kahvaltı ederken raporları okuyor, gözleri inanılmaz bir hızla evrakların üstünde gidip geliyordu. Ne olduklarını görmeye çalışmak işe yaramıyordu. Raporları masanın kenarında tutuyor, okuduktan sonra ters çeviriyor ve benden uzak bir yere koyuyordu. Raporların yerine onu okumak zorunda kalıyordum. O özel yemek odasında etrafını Sessiz Taş'la çevirmesine gerek yoktu. Gözcüler bile dışarıda, kapıların önünde ve yüksek pencerelerin diğer tarafında bekliyordu. Onları görüyordum ama tam da Maven'ın tasarladığı gibi bizi duyamıyorlardı. Üniformasının ceketinin düğmeleri ilikli değildi, saçları dağınıktı ve tacını sabahın o erken saatlerinde takmıyordu. Sanırım, oda onun için ufak bir sığmak gibiydi; güvende olduğuna kendisini inandırdığı bir yerdi.

Neredeyse hayal ettiğim gence benziyordu. Konumundan memnun, asla ona ait olmayan bir tacın ağırlığı altında ezilmeyen ikinci bir prens gibiydi.

Su bardağımın kenarından her ifadesini, suratında beliren her mimiği izliyordum. Gözlerini kısışını ve çenesini sıkışını. Bunlar kötü haber demekti. Gözlerinin altındaki koyu renkli halkalar geri gelmişti ve iki kişiye yetecek kadar yemek yediği ve önümüzdeki tabaklan boşalttığı halde, gün geçtikçe eriyor gibiydi. Acaba suikast girişimiyle ilgili kâbuslar görüyor muydu? Benim elimde ölen annesiyle ilgili kâbuslar... Onun eylemiyle ölen babasıyla... Sürgünde olan ama daimi bir tehdit oluşturan ağabeyiyle... Komikti; Maven kendisine Cal'in gölgesi derdi ama artık gölge olan, Maven’ın narin krallığının her köşesini bir hayalet gibi istila etmiş kişi Cal’di.

Her yerden sürgündeki Prens'le ilgili haberler geliyordu; bunlar öylesine çok konuşuluyordu ki ben bile duyuyordum. Onun Liman Körfezi'nde, Delfi'de ve Rokasta'da olduğu söyleniyordu; hatta sınırı aşıp Gölbölge’ye kaçtığından bahsediliyordu. Bu söylentilerden hangilerinin doğru olduğunu gerçekten bilmiyordum. Yüksektepe'de bile olabilirdi. Uzaklardaki bir diyarın güvenli kollarına sığınmış olabilirdi.

Kralın kafesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin