Tekrardan merhabalar. Umarım herkesin keyfi ve sıhhati yerindedir.
Yorum yapıp oy verenlerin bir milyon doları oluyormuş, öyle duydum!!!!!!!
İyi okumalarrr.
Korku, nedir? Bir belirsizlik karşısında hissettiğimiz rahatsız edici bir his. Belirsizliktir asıl korkutan insanoğlunu. Gördüklerinden ziyade görmediklerinden çekinirsin. Bundandır, küçük çocukları dinin getirisi olan şeytan ya da cin gibi görülmeyen varlıklar ile korkuturlar zira çocuk büyüse de o korku hep orda kalır. Korkmak eyleminin tam kendisi olursunuz bazen, saf korku. Karşınızda ki insandan ne tepki alacağınızı bilmediğiniz için korkarsınız ve korku her yanınızdadır işte o vakit.
Oğullarının askeri tabura götürüldüğünü öğrenen Kim ailesinde, huzursuzluk baş gösteriyordu dışarının soğuğuna rağmen duvarları sevgiden ısınan bu çiftçi ailesinin evinde. Gece oğlu tabura alındıktan sonra bilgi almak için taburun oralara kadar gitmişti Kolt Kim ve adama yarın sabaha kasabaya geri getirileceğini söylemişlerdi ancak oğulları hâlâ gelmemişti. Judith Ariel ise en yakın arkadaşının hâlâ taburda zorla tutulmasına dayanamamış, bir hışım ile kapıya yönelmişti. Annesi Mariel Park arkasından bağırdı. "Nereye, oğul? Ne olur sakin olasın, bir toyluk etme. Dikkat et!" diyerek oğlunu tembihlese de genç Park o an ki sinir ile annesinin dediklerini dahi işitmiyordu. Judith'de böyle bir insandı işte; öfkesine her daim yenik düşerek zararla kalkan ama ne yaptıysa aslanlar gibi arkasında duran, kendini bilen biriydi.
Yarım saatlik tabur yolunu o sinir ile yirmi dakikaya gelmiş ve taburun girişinde askerlerin durduğu yere kadar gidip bağrınmaya başlamıştı. "Bize dün kasabadan aldığınız genci bu sabah bırakacağınız söyleniyor ama genç ortada yok daha. Bir de hepiniz sadık ve sözünün eri askerleriz diye dolanıyorsunuz etrafta. Nerede sözünüz sizin?" taburun önünde öfkeye bezenmiş bir ahval içinde bağıra bağıra söylenmişti. Kapıdaki erler ve çavuşlar gencin yanına yaklaşmaya başlamışlardı. Bir er gür sesi ile gence bağırmaya ve üzerine yürümeye başladı hadsizlik ederek.
Kapının yakınlarında bulunan ve er birliği ile ilgilenen Binbaşı Yiannis Min ise sesleri duymuş olacak ki; er, gencin üzerine yürümeden tok sesi ile konuşmaya başladı. "Asker, kim sana halkından bir sivilin üzerine yürüme hakkı tanıdı, kim?!" diyerek askerin olduğu yere mıhlanmasını ve başını yere eğerek utanmasına vesile oldu. Adımlarını hızlandırıp karşıda öfkeden kaynayan, ela gözlerinden keskin olarak sinir belli olan çocuğa yöneldi.
Karşısında ki çocuk... Kara kumaştan pantolonu, çok giymiş olacak ki dizleri aşınmış çünkü rengi o bölgelerde solmuştu. Üzerinde beyaz pamuktan yapılma olan bir kazağı, havanın soğukluğun dolayı da siyah keçeden kabanı vardı üzerinde. Elanın bal ile karışımı ve aralarında da yeşillerinin irise doğru akmış gibi görünen gözleri, bir oğlan da daha önce görmediği gür, kıvır olan kirpikleri zira o muhteşem gözünü daha da güzelleştiriyor ve anlam katıyordu. İnce burnu, dolgun mu dolgun kiraz kırmızısı dudakları, hafif tombullukta ki tek bir pürüzün olmadığı kusursuz yanakları ve sarımtırak ama içinde kahve tutamları barındıran hafif rüzgar ile uçuşan o güzel açık kumral saçları...
Binbaşı ise... Binbaşı askeri üniforması içindeydi babadan oğula kalan mirasmışçasına tıpkı dostu gibi, öyle benimsemişlerdi ikisi de ülkesinin bayraklarını göğüsleri üzerinde, omuzları üzerinde bir armaymış gibi taşırlarken. Üniformasının omuzları madalyaları ile rütbesi belli olan broşlarıyla kaplıydı. Ayakların da kalın postalları, havanın soğukluğu bariz belliyken üzerine aldığı koyu yeşil paltosu ve elinde de takmadığı şapkası vardı. Teni yanında ki oğlandan daha beyazdı. Gözleri kahve tonu ancak sütlü kahve gibi görünümüne zıtlık ile yumuşak bir kahveydi. Kirpikleri sık değil ancak nizami bir biçimdeydi. Daha küçük olan pembemsi dudakları, yüzüne orantılı burnu, boyu kısa olan yanları kazıtılmış kömür karası saçları...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SINS OF WAR'S || Taekook
Fanfiction❝Ölüm kokan biri, muhakkak ölümün kundağından düşmüştür de ondan...❞ Bu kurgu 'angst sonlu' olup tamamlanmış bir kurgudur.