Selamlar.
Biz geldik, kısa bir bölüm oldu. 5k pek de uzun değil ama diğer bölüm için bir geçiş bölümü yazmam gerekiyordu. O yüzden böyle oldu. Umarım severek okursunuz diyeyim ben de çünkü yazarken severek yazdım🤍
Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen, beni ciddi anlamda motive eden bir unsur bu.
İyi Okumalarrr.
Çıkmaz sokağın sonunda bekliyor biri, başı öne eğik, bedbaht bir ruh hâli vuku bulmuş her bir zerresini. Anlamlandıramıyor sanki kendisini, bağırmıyor da, çağırmıyor da. Sessiz ve sakin, sadece bekliyor ancak neyi bekleyedurduğundan kendi bile haberdar değil gibi... Bir şeyleri beklersiniz sanki elinizle sıkı sıkıya tutabilecek kadar kuvvetli ama o şeyler bir türlü ulaşmazlar size çünkü ellerinizin hapsi özgür ruhlara dar gelir de ondan... Sert, kaya gibi bir duvar karşısında ancak aşamayacağına da inanıyor ki tenezzül bile etmiyor kalkmaya oturduğu kaldırım köşesinden. Başı eğik, kaldırımın bir köşesinde bekliyor ama neyi?.. Vazgeçmiş, yorulmuş, umut ışığı yok olmuş, sonuna gelmiş artık hikayesinin. Mürekkep tükenmiş, kağıt bitmiş, satır kalmamış... Öyle bir savrukluk baş göstermiş başı eğik adamda. Korkulurmuş; en çok umudunu kaybedenden, en çok çarçabuk vazgeçenden. Bu adamdan da korkulmuş bir müddet fakat adam hep sakinmiş, saldırgan bile değilmiş ki... Peki onu ne vazgeçirmiş, hadi ileri gidemeyecek kadar tıkalı ise yolu ne diye geri dönmeye tenezzül etmemiş? Bazen, geriye bile gidemezsin çünkü geçmişin bırakmaz peşini, yakana yapışır bir pislik gibi. Fakat ileriye de gidemezsin zira yer yoktur kimsenin satırında tek bir kelam bile artık ismin için. Kendi hikayende tükenir zamanla, sıkışıp kalırsın, ölüler gibi... Yersin, içersin, uyursun, kalkarsın ama yaşamazsın...
Tıpkı ölüler gibi...
Yanlış sokağa girdiğimi fark etmem çıkmaz olduğunu idrâk ettiğimde olmuştu. Koca duvar önüme serili hâldeyken başım öne eğik mütemadiyen yürüyordum sadece. Dalgındım bu aralar, hiç olmadığı kadar da zihnim bulanıp duruyordu. Ruhum daralıyordu, nefes alıyordum ama içime yetemiyordu sanki. Durmadan sendeliyordum, düşüyordum bu yalnızca fiilen değildi, mecazen de düştükçe bir kuyunun dibine daha da yutuyordu zifiri karanlık beni içine. Şimdi ise yorgun argın yürüyorum öylece. Sesimi çıkarmaya bile kalmamış takâtim, bitap düşmüş zihnim.
Tarlada öğlen işlerimi hallederken birden Aleksander geldi, kasabaya Stephan uğramış, bir iki işi varmış bitince de şarap dükkanında buluşalım diyordu, çocukcağız da bana iletti bunları. Şimdi ise akşam olmak üzereydi, hava bugün düne nazaran daha da kasvetli bir şekildeydi ve bu yüzden güneşin batışıyla daha da karanlık çöktü üzerimize. Yanlış saptığım sokaktan gerisin geri yürümeye başladım, bu defa sola doğru dosdoğru saparak kestirmeden kasaba meydanına ulaştım. Karşıda görünen şarap dükkanına doğru ilerledim.
Sahibinin ajan çıkıp askerlerin alıkoyması üzerine günler geçmişti hatta bir haftayı birkaç gün önce devirmişti bile. O günden bu yana dükkan kapalı, kimse girmiyordu içeri. Şimdi ise Stephan beni ve yüksek olasılıkla Judith'i de çağırmıştı. İlerledim yeniden sık adımlarla dükkana varmak için.
"Baylar, hepimiz zalim, hepimiz canavarız; hepimiz insanlara, analara, memedeki çocuklara bile gözyaşı döktürürüz." der Dostoyevski. Herkes zalimdir aslında, çıkarları varsa işin ucunda herkes daha da zalimleşerek mezar yapar yurtlarını masumlara. Acıma duygusu, vicdan mukayesesi, adalet anlayışı yalnızca zikirdedir bazılarında. Toprak, para, altın, elmas daha kıymetlidir göz yaşlarından. Çocuklarda ölebilir, hatta en çok onlar ölebilir bu iktidar savaşlarında. En çok onların canı yanar lakin vicdanlarının yaprakları bir kere dahi kımıldamaz ruhunu mülk için şeytana satanlarda.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SINS OF WAR'S || Taekook
Fanfiction❝Ölüm kokan biri, muhakkak ölümün kundağından düşmüştür de ondan...❞ Bu kurgu 'angst sonlu' olup tamamlanmış bir kurgudur.