26. "Bir Elvedanın Yıkıntılarında Ruhunu Aramak"

387 22 119
                                    

Bu bölüm hem bol bol ağlayacaksınız, hem de bol bol eğleneceksiniz. Azıcık uzun bir bölüm oldu bu kurguya göre ama bence sindire sindire okuyun derim ben. Peçeteleriniz ve siz de hazırsanız başlayalım derim.

FİNALE SON 3 BÖLÜM KALDI.

Bu kalan son üç bölümü de bu hafta yazarsam inş atacağım bebeklerim, sizi güzel bir bölüm ile baş başa bırakıyorum. Tadını çıkarın lütfen.

Yorum yapıp oy verenleri de kocaman öpüyorum, bana motivasyon olarak geri dönüyor çünkü onlar.

İyi Okumalarrr.

Soğuk bir kere tüm azalarınıza hatırı sayılır bir şekilde tesir ettiyse bir daha asla ısınamazdınız, bu isteğinize bağlı gelişen bir şey değildi, insanoğlu olmak tam da bu alışkanlıklardan vazgeçememekle alakalıydı da ondan... O soğuk öylesine bir bütün olurdu ki sizinle, iliklerinize değin hissederdiniz o yakıcı gücünü ve bir daha sıcak sanki harammış gibi gelirdi size, dokunmamanız gereken, yaklaşmaktan kaçınmanız gereken... Zira siz, soğuğun yakıcılığına bu denli alışmışken, sıcağın ateşi yok ederdi sizi hem de gözünüzun yaşına bakmaksızın, öylesine ısıtmaktan uzak ve öylesine yakıcı gücü ile yok etmeye yeminli... Bazen, değişim öldürürdü adamı, tıpkı soğuğu evi bellemiş adama cehennemde malikane sunmak gibiydi bu durum, öylesine değişime kapalı ve öylesine değişimden ırak ki, gerçekleşirse adamı kendi evi bildiği, alıştığı soğuğun ta kendisi öldürürdü o vakit. Değişmek iyi değildir işte bazen, bırakın soğukta var olan nefes almayı sürdürsün, sürdürsün ki en azından bir yaşam sunsun umudunu yitirenlere... Hem ne meçhul sizin cehenneminizin ateşinin, herkesin soğuk cennet kapılarına aziz olacağı ki?..

Merdivenleri usulca çıkıyordum, soluklarım ise ne denli yaşlı olduğumu niye bana bu kadar kanıtlamakla mükellef ki?.. Biliyorum artık, anladım da arzu etmesem de ve farkında olmak ise azapmış gibi ancak tamamım ben. Yaşlandığımın pek tabii ki farkındaydım, tamamım buna ben. Elimdeki tepsiyi de olabildiğince sıkı sıkı tutuyorum, ne de olsa karım merdivenleri çıkarken her seferinde bu kadar tembihlememeliydi belki de beni, daha da strese sokmaktan öteye gidemiyordu bu tavrı sanki. Ben yine de onun öğütlerini, doğrusu çığırtkanlığı ile üstüne basa basa söylediklerini de dikkate alarak daha fazla özen gösteriyordum elimdeki tepsi ile yukarı kata çıkarken.

Malikanenin ikinci katına pek kimse uğramazdı, yeri ve evi yapan belliydi bu katı. Kimsesizler kimsesizi... Adımlarım ise yaklaştıkça her seferinde, o odanın kulpunu indirirken yaşadığım hüznü nasıl bilmezdi ki Tanrı?.. Bu denli içimize işlememeliydi belki de ama olanların tozu dahi o kadar büyüktü ki, başına taş olup yağanlar nasıl huzurlu ve olağan kalabilirdi ki... Herkes un misali dağıldı, yok oldu ve sürüklendi. Yıkım en çok da korkanların kapısını çaldı ve yok edici güç ise en çok umudu olanlara vurgundu, her şey yıkıldı ve yok oldu çünkü harp tam da bunu amaçlıyordu, başından beri... Kader yazıldı çoktan; son sözünü seç çünkü sen ve ben ölmek için doğduk...

Düşünüyordum durdurulmaksızın, acı veriyordu hatıralar hatta acı vermekten de öte öldürüyordu her bir düşünceme karışmış hatıralar zihnimde beni usulca. Düşünme demek kolaydı lakin ne diye düşünmeyi durdurmazdı akıl?.. Yanlış, zihni susturabilirdiniz ama kalbi susturmaya irade bile yetersiz kalırdı. İnsanoğlu yalnızca kan pompalamak için görevli olan bu organa ne de büyük sorumluluklar yıkıyordu ama değil mi? Halbuki nefis senin elinin kiriydi, zihninin mayasıydı, sen dur demiyorsun diye ne diye yürek suçlu oldu ki?.. Zayıftık, her birimiz en çok da bu zayıflıklardan vurulurduk, yüreğe ise en çok bu tabiri yakıştırırdık. Akıl ketum olmalıydı, taştan, sert, yıkılmaz, sabırlı ancak zayıflık yükünü de biri taşımalıydı, işte burada da devreye yürek girdi. Tüm zayıflıkların suçu, onun odacıklarına kazıyarak unutamadıklarının varlığıydı ve her atmaya devam ettiği sürece de bu zayıflık nefes alacaktı, almaya da devam edecekti. İnsanoğlunun en büyük zayıflığıydı; sevgi...

SINS OF WAR'S || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin