Gün olur her alev küllenir, 1

2.4K 120 155
                                    

Mide bulandıran, toz.

Soğuk zemin, demirlerin rengi, ortamdaki boğulmanıza neden olacak o koku. Her şey bir bir kafasında canlanırken, yaptığından asla pişmanlık duymaması ve bundan gurur duyması, delirdiğini gösteriyordu. Gencin şakağından boynuna doğru akan ecel teri ise bunun tam aksini söylüyordu. Korkuyordu ama bu sefer faydası yoktu.

Artık net bir ses olmayacaktı hayatında. Gökyüzü yoktu. Renkler, kuş sesleri, hayvanlar, otlar, müzik ve farklı insanlar... Hiçbiri yoktu ve bunun farkındaydı. Kolundan tutan iki gardiyanın ellerinin sertliği, kolunu kıracak kadar baskındı. Henüz hiçbir şeyi idrak edemiyordu. Soğuk tutmuş teni, birçok şeyden soyutlanmasına neden olmuştu.

Demir kapılardan geçerken, gözünün önünden geçen anıları onu boşluğa itmişti. Kulağından hiç gitmeyen o caz müziğin, son kırıntıları kalmıştı. Ciğerlerine doldurduğu o temiz hava yavaş yavaş terk ediyordu bedenini. Her kapıdan geçtiğinde, dışardan getirdiği şeyler bir bir silikleşiyordu. Geriye bir tek kendisi kalmıştı.

Gireceği koğuşun kapısı açılıp, sertçe içeri atıldığında dengesini zar zor toparladı. Gardiyanların gözlerine bakmak, beni de alın dememek için dişlerini birbirine bastırdı. Hayır, pişman değildi. Aslında pişman olması gerekiyordu ama garip bir şekilde değildi. Kendisiyle dalga geçtiğini düşünüyordu. Burda hiç tanıdık biri yoktu.

Kafasını yerden kaldırmak istemedi. Utanç duyuyordu burda olmaktan. Tek kendisi değildi elbette içeri alınan. İtinayla herkes, tüm çalışma arkadaşları, hepsi... Hayatları gazetelere sayfa sayfa haber yapmak olan bir avuç direnişçinin sonu, burası olmuştu. Evet bundan asla pişman değildi. Kendisi buna inanmıştı. Hala buna inanıyordu.

Birileri, elbette seslerini duyacaktı.

Nerde, nasıl olursa olsun birisi bunlara dur diyecekti.

Titreyen elini pantolonuna sürttü. Etrafındaki insanların tekrar rutin haline döndüğünü hissetmişti. Tabak sesleri, birbiriyle eğlenmeleri, çıkan tok sesler ve her şeye yabancı olan kendisi... Omzuna dokunan elin sahibine baktığında, yaşlı bir adamı görmeyi beklemiyordu. Sertçe yutkundu. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu.

"Senin yatağın bu, artık orda kalacaksın." Yavaşça kafasını çevirdiğinde, demir bir ranzanın soğukluğunu çoktan hissetmişti. "Teşekkür ederim efendim," yaşlı adam önce gözlerini kocaman açtı, yüzünde afallamışlığın somut çizgilerini görmüştü genç oğlan. Bugün, tam şu dakika birini mutlu hissettirmişti. Bunun farkında değildi.

"Gel şöyle otur bakalım," yaşlı adamı takip edip yanına sakince oturdu. Kimse onu umursamıyor ve şaşırmıyordu. Bu yüzden şimdilik rahattı ama midesindeki leş sızıyı es geçemiyordu. "Adın ne?" Genç çocuk ellerini birbirine sıkıca kenetledi. Midesi onu kusturacak kadar kötüydü. Ölmek istiyordu tam şu an, hemencecik, burda.

"Adım taehyung efendim." Yaşlı adamın gözlerinden geçen o şen ışıltı, tüm evreni aydınlatacak kadar büyüktü. Yıllardır saygı görmemiş bir adama, çiçekler hediye ediyordu genç adam. "Neden burdasın?" Taehyung gözlerini, az önce onu getiren gardiyanların kapattığı, soğuk demir kapıya dikti.

"Hakkımızı aramak istemiştik sadece. İsyan çıktı ve bizi buraya getirdiler." Yaşlı adamın yüzü buz kesmişti. Delirmiş olmalıydı bu çocuk. "Bunu, ülkenin en katı döneminde yapacak kadar aptal olmaman gerekiyordu." Taehyung güldü. Gerçekten aptaldı. Korkmamışlar, başkalarının anlattığı o zafer büyüsüne kapılmışlardı.

Hepsi, gencecik yaşta solmuştu.

"Zaferin büyüsüne erken kapıldık sanırım. Pişman değilim, bana bir faydası olmasa bile ilerde başkalarına faydası olacak bir durumu destekledim o kadar." Yaşlı adam elini çocuğun dizine yavaşça koyup, vurdu. O henüz toydu, beynini yıkamışlardı ve bu zehri kabul etmişti. Biliyordu ki ne kadar konuşsa, nafileydi...

"Gençlerin yeri bu kapalı yer değil, dünya. Burda hiçbir şey yapamazsınız. Hepiniz boşu boşuna düştünüz bu çukura. İnan evlat, buna değmezdi." Taehyung herkesin görüşüne saygı duyan biri olduğu için yaşlı adama ters bir tepki vermedi. Sonuç olarak burdaydı. Belki de yıllarca burda kalacaklardı. Diğerleri gibi burda çürüyecektiler.

"Ne suçundan yatıyorsunuz?" Taehyung bunu merak etmişti. Hesaplamalarına göre burda yirmi kişi vardı. "Birkaçı adam öldürme, bazıları; hırsızlık, kundaklama, dolandırıcılıktan. Ben de hırsızlıktan yatıyorum." Taehyung herkeste gözlerini gezdirirken, köşedeki ranzada uzanan adama gözleri kaydı.

Gözleri, sürmeli gibiydi.

Siyah soluk tişörtü, kumaş pantolonu, düzgün taranmış saçları, temiz ve hafif sıyrıklardan kalmış izleri yüzünde taşıyan, kendinden büyük biriydi. "Şurdaki ne yüzünden geldi peki?" Yaşlı adam sıkıntılı bir nefes verdi. Ona üzülüyordu. Haline acıyordu. Belki de buraya hiç düşmezdi...

"Adı Seokjin, eskiden komutandı."

Taehyung yutkundu ve gözlerini biraz daha üzerinde gezdirdi. "İftira sonucu buraya düşmüş." Taehyung kurumuş dudaklarını yaladı ve yaşlı adama döndü. Anlatmasını istediğini her halinden belli ediyordu. "Düşmana bilgi vermekten suçlanmış. Kavgalı olduğu asker arkadaşının iftirası getirdi onu buraya."

Taehyung üzgünce gözlerini tekrar ona çevirdiğinde, kapalı olan gözlerini açtığını ve tavanı izlediğini fark etmişti. Ardından gözü, adamın açılan karnına kaydığında ordaki lekenin bir dövme olduğunu sonradan anlamıştı. Oldukça yeni ve canlı duruyordu. Teninin rengi bile oldukça canlı duruyordu...

"O kendisine dikkatli bakılmasından hiç hoşlanmaz." Taehyung yaşlı adamın sesini duyunca hemen çekti gözlerini adamdan. Biraz utanmıştı. "Dövmesini merak etmiştim sadece." Evet bu doğruydu. Gerçekten merak etmişti. Yaşlı adamın dediğini duyunca ise, bu adamı daha çok merak etmeye başlamıştı.

"Cezayir menekşesinin köksüz hali."

-

Merhaba, hepiniz hoş geldiniz.

Bu kitabı bir sene önce yazıp, sonra kaldırmıştım. Yazacak kafada pek değildim. Şimdi tekrar yazmak istiyorum. Umarım beğenirsiniz, yorumlarınızı bekliyorum. 🌾

Taehyung: 30 yaşında.
Seokjin: 35 yaşında.

Cezayir Menekşesi ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin