yüreğindeki sancılı yenilgi, 10

550 91 156
                                    

Yoğun karanlığın içinde, havada kopan silahlar ve boğazların yırtılmasına neden olan çığlıklar.

Ellerinin arasında tuttuğu ağır metal, komutanın etrafındaki tüm askerlerini korumaya yetecek güçte değildi. Dağın başında, soğuk hava etlerinin bile kesilmesine neden olacak kadar yoğun, kar taneleri ölüm gibi sertçe üzerlerine düşerken, bir şeylerin farkına varmıştı. Yüreğindeki yoğun çaresizlik...

Ölümün habercisiydi.

"Komutanım çekilmemiz lazım çok fazlalar!" Seokjin'in önünde iki seçenek vardı. Eğer, tam şu an burayı terk ederseler ve sonuna kadar gitmezseler ilerdeki iki yüz elli hanelik köy, düşmanların eline kalacaktı. Silahının üzerine düşen kar tanesi, derin bir nefes almasına neden olmuştu.

Karar belliydi.

Lakin, komutan her şeyin de farkındaydı. Eğer burda kalırsalar, öleceklerdi. Askerlerinin hepsinde gözlerini gezdirdiğinde, kendinden bir kez daha nefret etti. Ölümden, ölümün bu kadar kendini belli edişinden, yüreğine düşen acıdan bile anlamıştı. Birilerini kaybedecekti.

"Sonuna kadar savaşacağız! Onları ölüme terk edemeyiz!" Askerlerin de başka çaresi kalmamıştı. Seokjin, tüm mermisini ilerdeki düşmana acımadan sıkarken, kolundaki yarayı umursamadı. Çoğu askerin bacağı, eli, kolu, sırtı... Yarımdı. Yine de pes etmediler, hiçbiri masum insanların ölmesine izin vermezdi.

"Komutanım çok az kaldılar!" Seokjin etrafına baktığında kendi askerlerinin çoğunun yerde kıvrandığını görmüştü. Yanındaki askerin iyice dibine girdi. İlerde iki askeri kalmıştı. Karşıdaki düşman ise sadece dört kişi kalmıştı. Seokjin eğer şu an onları indirirse, diğerlerini de hızlıca kurtarabilirdi.

"Komutanım yere yatın bomba!" Askerin boş alandaki yürek yakacak boğuk sesi yankılandığında, her şey için çok geçti. Seokjin kendisinin üzerine kapanan askerle adeta şoka uğramıştı. Silah seslerinin yavaş yavaş kesilmesi üzerine, komutan ağır gerçeklerle baş başa kalmıştı. Bu sessizlik, ölümün ta kendisiydi.

"Jungkook," komutanın çaresiz ve boğazındaki yumru yüzünden pürüzlü çıkan sesi, son nefesini verecek olan askerinin duyacağı son şeydi belki de. "Asker, ses ver." Jungkook en genç askerlerinden biriydi. Parlak gözleri, azimli hali... Seokjin'in gözdesi olmayı başaran tek askerdi.

Küçük kardeşi, bu hayattaki tek yoldaşı... "Abi," Seokjin o an anlamıştı. Kalbindeki tüm kanın bedenine hızla dağıldığını hissetmişti. "Lütfen, yalvarıyorum hayır." Komutan, ilk kez yalvarıyordu. İlk kez çok çaresizdi. Çünkü hiçbir güç, söz, para, varlık bir daha onu kendisine geri getiremeyecekti.

İnsanlar yaşarken ve nefes alırken; nefessiz kalmış bedenlerinden çok daha hafiflerdir. Jungkook ise şu an göğsünün üstünde o kadar ağırdı ki, komutan göğüs kafesinin çatladığını hissetmişti. Sıcak kardeşinin soğuk bedeni bağırarak ağlamasına neden olmuştu. Boş dağın ortasında, ölülerin arasında tek yaşayan komutandı.

Seokjin geriye sadece kendisinin kaldığını yarım saat sonra fark etmişti. Tüm askerlerinin ölü bedenlerini yere boylu boyunca uzattığında, dizleri üzerine çöktü. Hayatında ilk defa bu kadar kaybetmiş hissediyordu. Köyü korumuştu ama tüm askerlerini kaybetmişti. Burdan tek başına dönmek istemiyordu.

Gözleri çökmüş, yorgunluktan o heybetli omuzları adeta kırılmış gibiydi. Saatler önce bölükten istediği yardım, hava koşulları yüzünden gelemiyordu. Komutan Park'ın çaresiz sesi ve dayanın diyen sıcak nasihatı... Jungkook'un onun sesini duyduğundaki artan azmi ve sevinci... Seokjin yaşayan birinin daha ölümüne neden olmuştu.

Cezayir Menekşesi ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin