sessizliğin hükmü

253 37 34
                                    

Sabah boğazımdaki keskin sızıyla uyandım. Kahretsin boğazım çok fena şişmiş ve alev gibi yanıyordu. Başımı yastığa gömüp ofladım.
Yüzüme dağılmış saçlarımı iki elimle kenara ittikten sonra hızla yataktan kalktım ve banyoya koştum. Sıcak bir duş iyi gelebilirdi. Üzerimdeki bornozu çıkardıktan sonra duşa kabine girdim.

Sıcak su başımdan aşağı akarken tek düşündüğüm en azından bunun boğazımı biraz olsun rahatlatmasıydı. Duştan çıktıktan sonra açık kahverengi saçlarımı kurutup aynanın karşısına geçtim.
Durum gerçekten hiç iç açıcı değildi. İki elimin işaret ve orta parmağını hemen bademciklerimin olduğu yere koyduğumda ele gelen kabartıları hissettim.

Hafifçe boğazımı temizleyip yutkunmaya çalıştım ama tahriş olmuş boğazımın alev alev yanmasıyla bunun pek de iyi bir fikir olmadığını anlamış oldum.
Yüzümü buruşturup bu seferde konuşmayı denedim ama çıkan tek ses sanki zavallı bir kedinin boğazına basmışlar gibi çıkan hırıltılı nefesim oldu. Bir kaç denmeden sonra yine bir sonuç elde edemediğimde kendimi daha fazla zorlamaktan vazgeçip makus kaderime razı oldum.

Salona indiğimde masanın kahvaltılıklarla donatılmaya başlandığını gördüm. Çantamı ve kabanımı salondaki koltuklardan birinin üzerine bıraktıktan sonra doğruca mutfağa geçtim. Şu boğazım için bir şeyler alsam iyi olacaktı. Mutfak kapısından içeri girdiğimde bir hizmetli kahvaltılıklarla uğraşıyordu diğeri ise Fulya'nın detoks suyunu hazırlıyordu. Gülüm henüz mutfakta yoktu.

Hadi kızım Güneş. Fırsat bu fırsat.

Diyen iç sesimle hayali bir beşlik çakıp hiç beklemeden buzdolabına yöneldim. Dolabı açıp içinden boğazım için sürekli kullandığım ilacı aramaya giriştim. Sonunda ilacı bulduğumda rahatça bir soluk verdim. İlacı almış tam edildiğim yerden doğruluyordum ki duyduğum sesle az kalsın ilacı elimden düşürüyordum.

"Ne arıyorsun o dolabın tepesinde sen?"

İşte şimdi ayvayı yedik. Gözlerimi kırpıştırıp hafifçe yerimden doğrululurken ilacı sağ avucuma alıp sakladım. Dolabın kapağını kapattıktan sonra yeşillerini üzerime dikmiş Gülüm'e hafifçe sırıttım.
Gözlerini kısıp yüzüme şüpheli şüpheli bakmaya başladı. Bir an iç organlarıma kadar gördüğüne inanmadım değil.

"Ne o öyle? Far görmüş tavşan gibi kalakaldın?"

Tabi ki verecek hiç bir cevabım yoktu. Aslında vardıda bunu ona iletebileceğimi hiç sanmıyordum.
Tek kaşını kaldırıp bana iki adım kadar yaklaştı.

"Ver bakayım o elindekini bana."

İç organlarımı gördüğü hususunda yanılmamıştım demek ki. Gülüm'ün o radar gibi gözlerinden bir şey saklamaya çalışmam hataydı zaten. O yüzden çaresizce elimdeki ilacı ona uzattım. İlacı elimden alıp şöyle bir inceledikten sonra kaşlarını öyle bir çattı ki yemin ederim bir an kaşları burnuna değecek zannettim.

"Sen...senin yine boğazın şişti değil mi?"

Çaresizce başımı aşşağı yukarı salladım.

Elindeki ilacı mermer tezgahın üzerine koyduktan sonra avuç içini anlına bastırdı.

"Geç içeri kahvaltını yap. Ben de sana bir şeyler kaynatayım sonra da ilacı içersin."

Iıı. Şey aslında kesinlikle böyle bir tepki beklemiyordum. Neyse Gülüm fikrini değiştirmeden hızla mutfaktan ayrıldım.
Ilgaz ailesinin bulunduğu masaya geçip oturdum.
Fulya'nın beni baştan aşağı süzerken onu umursamadan önümdeki kahvaltıya odaklandım. İşin garip yanı masadaki sessizlikti. Normalde kahvaltı Demir Ilgaz ve Okan'ın iş hakkındaki konuşmaları ve Fulya'nın cemiyetteki kadınlarla olan aşırı gereksiz anılarıyla geçerdi ama sanırım dün gecenin etkisi hala sürmekteydi. Ne Okan'dan ne de Fulya'dan ses çıkmıyordu.

Can KırmızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin