4. Bölüm

198 4 5
                                    

     Gri sisin ele geçirdiği sokakların arasında güçlükle ilerlerken aklıma bir şarkı geldi, üzgün olduğum zamanlarda dinlediğim bir şarkı, ismini hatırlamaya çalışıyorum ancak sadece melodisi geziniyor kulağımda. Birazdan tam olarak hatırlayacağım her şeyi, az kaldı. Bu durum beni korkutuyor.

Sevgilimin bahsettiği gara doğru yürüyorum, nerede olduğunu biliyorum ancak nerede olduğunu neden bildiğimi bilmiyorum. Bu şehir, benim yaşadığıma benzemiyor, sanki binalar ve mekanlar aynı ancak başka bir gerçeklikte inşa edilmişler tekrar. Bir yerlerde normal kopyası da var, sadece ben göremiyorum.

Ulaşacağım noktaya ilerlerken, karşı kaldırımda duran bir varlık görüyorum, öylece bekleyen simasını seçemiyorum sisten ancak çok ürkütücü bir eylemsizliğe sahip, bir sokak lambası gibi, onun insana benzeyen hali.

Yolun ortasından araba geçip geçmediğini bakmaksızın bu gizemli sabit dehşetin üzerine yürüyorum. Sis perdesi elini ayağını çekiyor mesafe azalınca, gördüğüm manzara karşısında taş kesiliyor tüm vücudum. Yine o! Metrodaki porselen kız, elinde balyoz tutuyor, içi boş olması nedeniyle karanlığın merkezi haline gelmiş gözleri ile bana bakıyor. Sadece kafası bana dönük bu ürkütücü kız kuklanın, dudaklarının kenarlarındaki çatlaklar yanaklarına dikiş atılmış görüntüsü verdiği için gülüyor mu yoksa onun kendi duruşu mu o bilemiyorum.

Aniden vücudunu bana çevirdi, bunu insanların yaptığı gibi yumuşakça yapmadı, daha çok kurulmuş bir oyuncağın mecburi hareketi gibi ani ve keskin bir şekilde yaptı.

Ufak adımlarla bana doğru geliyor, sağ omzuna yasladığı balyozun iki eliyle kavrayıp duruşunu ciddileştirdi. Bunun adı için adam bana 'Nekir' demişti. Ne yapacak peki bana bu Nekir? Sanırım vuracak bana. Kesin canım çok yanar, hatta belki bir tarafım kırılır.

Geri geri atmaya başlıyorum adımlarımı, korktuğumu görüyor ancak bu makinenin hiç duygusu yok, adımlarını sıklaştırıp bana geliyor.

"Ne istiyorsun benden!" diye bağırıyorum sokağın ortasında, insanlar var etrafta, sayıları seyrek ancak olaya şahit oluyorlar, bir tanesi müdahale etmek istercesine bana "Kaç oğlum! Bir başladı mı zor durur!" diye bağırıyor.

Artık koşuyorum; Olay yerine toplanan tenha kalabalıktan, Nekir'den, onun dehşet verici gözlerinden, korkularımdan, hak ettiklerimden koşarak kaçıyorum. Sisin içinde ara sıra kaldırımın üzerine sabitlenmiş objelere çarpıyorum. Peşimden geliyor mu? Sisten hiçbir şey göremiyorum.

Sol dizim ve ciğerlerimin bana durmamı söylediği zaman yere eğilip soluklandım, farkında olmadan garın girişine varmıştım. Korku insanı iyi koşturuyor, yorgunluğunu bedensel iflasında algılıyor insan.

Büyük beton bina ağzını açmış, iki ayaklı ürkek hayvanları yutuyor, bende bu girdaba katılıyorum, trenin yanındaki geniş tente gökyüzü ile arama giriyor, sadece bittiği yerlerde görebiliyorum artık yoğun griliği.

Tren bekliyor, uzun ve hiçliğe gidecek olan bir metal yığını, kalkmak için etten yemlerini bekliyor, içine takım elbiseli tavşanlar zıplıyor. Bir banka oturuyorum garın içinde, bu yapının beni içimden dışıma doğru deşen bir teması var, olaylar oldu, unuttum ama kurtulamadım. Bir daha

hatırlarsam, içimdeki enkazlar bile un ufak olacak, kırılmış betonlar tekrar toz haline gelecek ve ben biteceğim. Merak ve korkunun yarattığı ambivalenz sağa sola çekiştiriyor tabiatımı.

En sondaki ve en soldaki banka oturdum, seyrek insan rüzgarının büyük resmini görebiliyorum buradan. Buraya oturmayı özellikle ben mi seçtim? Bir anlamı var mı? Daha önce yanımda biri oturmuş gibi hissediyorum. Oturmuş ve sol dizime bir elini koyup konuşmuş ancak kelimelerimizi dikkatli seçiyoruz çünkü az sonra kaybedeceğiz birbirimizi. Onun dizime dokunduğu günden beri sakatmış gibi geliyor, nasıl bir dokunuş kalıcı olarak sakatlar ki insanı? Hangi kaybetme korkusu, bu denli ürkütücü bir kuvvete sahip olabilir?

Duvar KorkusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin