"Umutların göçü"
Nereye gittiğini bilmiyorsan, her yol seni oraya götürür. Gördüklerimizin hiçbiri anlamsız değil. Olacak olan oluyor çünkü başka türlüsü olamazdı. Bazen bir ceviz ağacının altına gömülmüş olmayı diliyorum, dünyaya yapışmak için. 'Ağaç büyüdükçe yaşama olan bağımlılığım artıyordur.' diye düşünmek için.
Karanlıktan koşarak kaçabilir misin? En iyisi ateşe dokunmak, bir kere baksın tadına elindeki sinirler. En azından dibi görürsün, dehşeti sınıflandırmak, aydınlığa çıkmanın ilk kuralı.
Kötüler kazanamayacağına göre bende kaybettim. Hayallerimin uçarak kıta değiştirmesini, parmaklıklar ardından izliyorum. Günaha dokunan parmaklarım kırılacak biliyorum, sorun değil kemik sesini seviyorum, varlığının hasretini duyduğum asaletimi anımsatıyor.
Bir sabah kahvaltısında, daralmış mutfağımızın içinde otururken ve bu kahvaltının mutluluk ile hiçbir alakası yokken, neşeli bir şekilde bana dönüp "Yarın annem bizi ziyarete geliyor." dedi Dominus.
Ona doğru dönüyorum, "Annen mi?" diye soruyorum, başıyla onaylıyor, oldukça hevesli görünüyor, annesi ile arasında ilginç bir ilişki var. Ondan bahsederken hem heyecanlı hem de çekinceli bir dış görünüşe sahip. Her şeyin mükemmel olmasını istiyormuş gibi. En ufak hatasında notu kırılacak bir öğrenci misali, eli ayağına şimdiden dolanmaya başladı.
Kolyeyi gönderen kadın, kızını pek ziyaret etmeyen kadın, kendisini hiç görmediğim kadın. Kim bu kadın? Neden bu kadar önemli onun için? Bir insanın ailesi onu heyecanlandırmaz veya strese sokmaz, kendini ait hissettirir ancak Dominus için öyle değil. Daha çok ayaklı bir sınav yaklaşıyormuş gibi.
Ben hüzünlü dinginliğimi bozmuyorum, bunu fark ettiği zaman "Bak! Hiç umurunda mı?" diye bağırıyor. Onu kızdırmamak lazım, gücü benimkinden fazla, fiziksel darbeleri yıkıcı, un ufak eder biblo bedenimi.
"Anneni güzel ağırlamak için elimden geleni yapacağım." diyorum, elimi yanakları ile saçı arasına sokup onu okşuyorum. Cildinin üzerine temas eder etmez aklıma Yase geliyor.
Sanki onu bir daha görmem imkansızmış gibi geliyor. Onlarca kez asıldı gözümün önünde ancak yine de onunla konuşmak istiyorum. Bir yandan da ondan nefret ediyorum. Bunun nedenini hiç bilmiyorum. Ben birilerinden nefret edebilen biri miyim? Galiba öyleyim. Evet. Bu duygu tanıdık, birçok şeyden nefret ediyorum, gayet net hatırlıyorum bu hissi tecrübe ettiğimi.
Neden sanki her şey o kızın etrafında dönüyormuş gibi hissediyorum, sıradan türbanlı genç bir kız. Bir hikâyenin ana karakteri olabilir mi? Önemli biri olabilir mi benim için?
Dominus bir elini alıp, yanağının üzerindeki elimi kavrıyor nazikçe. "Teşekkür ederim sevgilim. Benim için anlamı büyük." diyor.
-Benim yapabileceğim bir şey var mı?
-Evet. Aslında var hayatım.
-Dinliyorum.
-Sen çıkıp annemin sevdiği yemeklerden alsana. Ben yarın yaparım. Mutlu edelim onu.
-Tabi olur.
-Dur, ben sana para vereyim.
Ayağa kalkıyor, yatak odasına gidiyor, bir yerlerin karıştırılma sesini, ardından kâğıdın kâğıda sürtünmesinin sesini duyuyorum. Kısa süre sonra benim yanıma geliyor, mutfağa girer girmez, parayı ve listeyi bana uzatıyor, ikisini de alıyorum. Bunu yaparken öne eğiliyor, ben sandalyede oturduğum için daha kısayım, ayakta duran bedeni eğilince kolyesi öne doğru çıkıyor ve yüzüme çarpıyor.
Değdiği saniyelik o an tüm gerçeklik değişiyor, karşımda gördüğüm manzara, havanın ısısı, burnuma gelen kokular... Hepsi... Sonra geri gidiyor. Bir gar gördüm. En son en soldaki bankta oturmuşum, yanımda Yase var. Ona bir kolye veriyorum, bu kolye o kolye!
Yase ile sekiz ay çıktık, o benim sevgilimdi, onu seviyordum, o da beni seviyordu, kolyeyi aldığım için biraz mahcup hissediyor kendini "Sen neden beni mahcup ediyorsun?" diye soruyor, "İçimden geldi sana bunu almak." diye teselli ediyorum. Onu çok seviyorum. Belki de tüm hayatımı içindekilerle birlikte yakacak kadar, kimseye anlatamayacak kadar, kendimden bile kıskanacak kadar, varlığı varlığıma bir anlam katacak kadar çok... Her şeyin ötesinde, hiçliğin sonunda bir sevgi... Matematikteki limit kavramının altına atılan yan yatmış sekiz rakamının öğrencilerde uyandırdığı bilinmezlik kadar.
Aklıma bir soru takılıyor: Sonsuz gerçekten sonsuz mudur? Yoksa kimse sonuna kadar gitmemiş midir? Ben gittim, sonun sonundaki sonsuzluğun sonuna kadar gittim. Bunu sembolize eden işareti bulamamıştır Yunanlılar. Peki neden birbirimizi kaybettik?
"F!" diye bağırıyor bana, derin bir uykudan zahiri gerçekliğe uyanıyorum, "Daldın gittin yine!" dedi azarlayan bir ses tonuyla.
Listeyi ve parayı alıp dışarı çıkıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duvar Korkusu
HorrorRoman aşırı derecede cinsellik, şiddet ve psikolojik travma içerir. Küçük yaştaki okurlara tavsiye edilmez.