11. Bölüm

67 2 3
                                    

"Sevginin Hissizleşmesi"

Eve girdiğimde duvarların iyice küçüldüğünü fark ettim, artık daraltıcı bir hal alan bu kutunun içinde gezmek nefes almamı bile engelliyor, göğsümün ortasında başlayıp zihnimin derinliklerine ulaşan paniklerin ara ara filizlenmesine neden oluyordu.

Dominus aldığım malzemeleri mutfağın tezgahına sığdırmaya çalışıyor, bir yandan da annesi hakkında bir şeyler söylüyor, çok mutlu. Nedir bu anne sevgisi?

Ben annemi güçlükle hatırlıyorum, anımsamaya çalıştıkça güçlü bir kadın olduğunu hissediyorum, yanında kendimi hep güvende hissederdim, bazen o yatağından kalktıktan sonra gidip yastığını koklardım, güvende hissetmek için, kimsesizlikten birkaç saniye de olsa sıyrılmak için.

Hayal kırıklığına uğradı o kadın. İsmi neydi? Artık hiç hatırlamıyorum ancak oğlu olduğum için zor bir hayatı olduğundan eminim, onun gibi başarılı bir insanın işe yaramaz, tembel gölgesi gibi, etrafında dolaşıp terbiyesiz cümlelerim eşliğinde paraziti oldum. Kendi başıma hiçbir şey başaramayıp, onun etine kancalarını geçirmiş asalak bir hayvan gibiydim.

Yine de bana karşı hep merhametli olmuştur, belki de bu özverisi ve merhameti yutmuştur ruhumu, sanırım bir insanı iyi yetiştirmek de onu mahvedebiliyor.

Tezgâhtan sesler geliyordu, malzeme veya çanakların bir kısmı yere düşüyor, Dominus onu tekrar alıyor, ortalık karıştıkça karışıyordu. Sanki varlığımız, isteklerimiz, hatta yemek malzemelerimiz bile artık bu eve sığmıyordu. Onu hemen yanındaki minik yemek masamızdan izliyordum, evin duvarları küçüldükçe masa ve sandalyeler de tezgâha yanaşmıştı, aralarında bir adım bile fark yoktu.

Aklıma takılan bir soruyu dillendirmek istedim, "Sana bir şey sorabilir miyim?" diye girdim cümleye. Bu sırada kıymaları tavaya sığdırmaya çalıştığı için bana sadece "Hıhı..." diye mırıldandı. Arkası dönüktü, ben ise ona bakıyordum, oldukça meşguldü ancak yine de içimi kemiren bir çelişki vardı. "Paramız birikti mi?" diye sordum bu sefer.

-Ne için?

-Oval çakıllı sahile gidebilmek için.

-Ha... Birikiyor. Az kaldı. Sen çalışmaya devam et. Gideceğiz yakında.

-Peki sana bir şey daha sorabilir miyim?

-Hıhı.

-Bugün markete gittiğimde malzemeleri alınca parayı uzattım ama herkes bana güldü çünkü ödemeyi kan ile yapıyorlarmış.

-Hıhı.

-O zaman biz neden para biriktiriyoruz?

-Şey...

Bir süre ağzında bazı sesleri geveledi ancak bunlar anlamlı kelimelerden daha çok mide bulantısı olan bir kişinin inlemeleri gibiydi. Aklı yemekle meşgul olduğu için bana tam bir cevap veremedi, sonunda sinirlendi, anlamsız iniltiler öflemeye dönüştü. "Ya sen bırak şimdi bunları! Yemek yapıyorum, görmüyor musun?" diye azarladı.

-Yardım edilecek bir şey var mı?

Kısa bir süre cevap vermedi, ardından "Yok yok. Sen çıksana dışarı. Dolaş biraz. Ayak altında dolaşma. Hadi!" diye başından attı beni.

Dediğini yaptım, zaten başka bir şansım da yoktu, dinlemediğim zaman büyük fiziksel hasarlar verebiliyordu bana. Kapıyı çekip dışarı çıktım.

Zaman hiç olmadığı kadar yavaş geçiyor burada, sanki başka yerdeki şehirlerde günler geçerken, biz saniyeleri sayıyoruz. Boş sokaklarda ilerledim biraz, boş olmalarının verdiği rahatsızlığı düşünmemeye çalıştım. Sanki yollar daralmış ve binalar giderek birbirlerine yaklaşıyorlarmış gibi.

Duvar KorkusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin