2. Bölüm

432 4 0
                                    

"Masumiyetin terki"

Büyük bir kral tanrılara karşı gelmiş. Kendisi cüsseli güçlü bir adammış. Tanrılar onun her başarısında mutsuz olmasını sağlamışlar ceza olarak... Neyi başarsa asla tatmin olmuyor ve kendini daha da küçük buluyormuş. Yine de ona kurtulmaları için bir çare sunmuşlar. Tamamen yuvarlak bir kayayı, zirvesi iğne gibi bir dağa çıkarmasını söylemişler, eğer bunu başarabilirse kral lanetten kurtulacak ve artık üzülmeyecek, hatta başarılarından zevk almaya başlayacakmış. Ne var ki, kaya çok pürüzsüz bir yuvarlağa sahipmiş ve zirve de çok sivriymiş. Ne zaman çıkarsa geri aşağı yuvarlanıyormuş. Bunu bin kere denemiş ancak hepsinde başarısız olmuş, işte belki de bininci kez kaya tekrar düştüğünde gülümsemesi gerekiyordu. Bir türlü başaramadığı işe bakıp alay etmesi. Absürtlük her şeyi kurtarır. Bir filozofun hayata dair bakışıydı bu yanlış hatırlamıyorsam... Ben ise tebessümden çok uzağım, hala kayayı ittirmeye çalışıyorum, aşağı düşeceğini biliyorum içimde bir yerlerde ancak yine de onu itiyorum.

Sıvaları dökülmüş katlara yapıştırılmış az basamaklı merdivenleri inip tıpkı o kaya gibi zemin kata yuvarlandım bende. Apartmanın umutsuzluğu simgeleyen eski çelik kapısının kilidini çektim, boş katlarda açılış izninin sesi yankılandı. İsmim neydi? F. En azından elimde bir isim var.

Elime buruşuk bir kâğıt tutuşturdu kadın, beni uğurladı, "Kendini çok yorma ama elinden geleni yap." dedi. İşimin ne olduğu ile ilgili derin bir korkum var. Sanırım bir kadın ile yatacağım ve bana para verecek. Bunu açıkça ifade etmek, ruhumu daraltıyor ve suçluluk uyandırıyor.

Dışarı çıktığımda gri bir sis tüm sokakları ele geçirmiş durumda, içerisinde adına 'İnsan' denilen bazı gölgeler yürüyor, sessizler ve azlar. Büyük bir nüfus azlığı var anladığım kadarıyla. Onlar da kendi tabutlarında, yüzlerinin asık olduğunu zannediyorum ancak bu sadece bir varsayım çünkü onları göremiyorum. Sis çok yoğun.

Adımlarım tedirgin ve küçük, görüş mesafem en fazla yedi metre, kadının sırtındaki her bir yılanın uzunluğu gibi. Etraftaki sis beyaz değil gri, gökyüzü ise gözle görülemeyecek kadar bitkin.

Nadiren geçen arabaların seslerinden, insanların adımlarının beton zemine basmasından başka bir ses yok. Tek bir kuş cıvıltısı, tek bir çocuk zırlaması yok.

Hava sürekli bana kendimi asmam gerektiğini fısıldıyor, ben de ona kulak asmamaya çalışıyorum.

Adreste yazan yeri bilmiyorum ancak oraya doğru nasıl gideceğimi biliyorum, sokaklar ilginç bir şekilde tanıdık. Apartmanın karşısında henüz açılmamış barı, yaklaşık on metre ilerisindeki kasabı ve her tarafı kaplayan birbirine yapışık bodur beton binaları sağımda bırakıp ilerliyorum. İsimleri neydi? Hiç hatırlayamıyorum.

Adımlarım mutsuz kaldırımda, tok sesler çıkararak ilerliyor, uzuvlarım sanki bana biraz tepkili gibi, bir süre yürüdükten sonra sol bacağım ağrıyor. Ameliyat izi vardı, belli ki fazla zorlamamak gerekiyordu.

Çok bir yolum kalmadı, işte metronun insanları yutan girişi göründü, yerin altına inen merdivenleri, tavanının yarattığı karanlıkta kayboluyor, çiğ çiğ insan yiyen beton bir yapı burası, yer yüzünün başka bir noktasından yediklerini tükürüyor.

Basamakları inip griye bulanmış gökyüzünü geride bıraktım, şimdi her şey loş ışık altındaki yalnızlıklardan ibaret, insanlar birbirlerine beş adım mesafe ile duruyor, sanki aralarında bir salgın varmış gibi, hepsi birbirlerinden uzak duruyorlar ancak çok da uzak değiller çünkü metronun yarı karanlık tenhalığında yalnız kalmak istemiyorlar, bu aklıma Kirpi ikilemini getiriyor, tıpkı büyük filozofun dediği gibi; Soğukta birbirlerine sokulup ısınmaya çalışan kirpilerin dikenleri, bir süre sonra birbirlerine batmaya başlar.

Duvar KorkusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin