10. Bölüm

82 3 1
                                    

Adımlarım beni büyük bir markete götürdü, burası simsiyah tabelanın üzerine beyaz harflerle "Tabut" yazılı bir dükkandı. Cam duvarından gördüğüm kadarıyla reyonların ucu bucağı yoktu, yan yana duran raflar on tane bile değildi ancak derinlikleri gözle görülemeyecek kadar ileri gidiyordu.

Sağa sola açılır kapıların arasında geçtim, içeride bir sürü kara çarşaflı kadın vardı. Birbirleri ile konuşmuyorlardı, hatta kendileri ile bile...

Bodur siyahlıklar etrafta gezinip rafların üzerindeki ürünleri eşelerken çıkar hışırtı sesleri beni tedirgin etti. Ben neden buradayım? Evet! Hatırladım. Sevgilimin annesi için yemek malzemesi alacağım, elimdeki listeyi açtım, buruşuk kâğıdın içerisinde yazanlara göz attım, en başında 'Elli Kilo Kıyma' yazıyordu. Elli kilo... Çok değil mi? Çok...

İki reyon arasına girdim, sol tarafımdaki içkilerle doluydu, sağ tarafımdaki ise tespih, teoloji çalışmaları içeren kitaplar, gül suları ve kefenlerle... Beyaz kefenlerden birini almak istedim ancak boşa para harcayamam, Dominus kızabilir. Önceliğimiz annesini mutlu etmek.

Rafların arasından yürüyorum, marketin tepesindeki floresanlar ilerledikçe loşlaşıyor, dışarıdan gelen ışıksa artık buralara ulaşamıyor, rafların üzerindeki nesneleri seçmekte zorlanıyorum. Gittiğim yer neresi? Görememeye başladım.

Sonu olmayan reyonların arasında yürürken ürünlerin değiştiğini fark ediyorum çünkü kokular geliyor. Çok az bir ışık var ancak dikkatlice baktığımda bir kıyma paketinin durduğunu fark ediyorum. Üzerinde 'Elli Kilo Kıyma' yazıyor. Böyle bir paketin olmasını ve öylece rafta olmasını her ne kadar saçma bulsam da elimi uzatıyorum, tam alacakken arkamda bitmiş kara çarşaflı bodur bir kadın hırıltılı sesiyle "Rafların üzerinden geçiyor. Hareket etme!" diyor.

Ne dediğini tam olarak anlayamasam da dediğini yapıyorum çünkü ne zaman birilerini dinlemesem başıma kötü olaylar geliyor bu şehirde. Elim havada bekliyorum. Bekliyorum. Bazı sesler geliyor arkamın dönük olduğu rafın diğer tarafından.

Hafifçe kafamı döndürüp bakıyorum ve tüm vücudumun taş kesilmesine neden olan ürkütücü bir varlık görüyorum. Karanlık biraz ışıklarla kırılıyor ancak onu seçebildim.

Rafların üzerinde oldukça uzun bir kadın var, reyonun boyumu aşmasına rağmen onu görebiliyorum. Kısa siyah boynuna kadar küt saçları olan, cildi porselen gibi, gözleri boş olduğu için simsiyah bir varlık. Metroda gördüğüm Nekir'e benziyor ancak ondan daha uzun ve daha ürkütücü.

Elinde onunki gibi bir balyoz yok ancak çok uzun bacakların var, bu bacaklar yarım metrede bir bükülebilen vidalara sahip ve sekiz taneler. Keskin kılıç gibi bacakları, neredeyse beş metrelik demirlerden oluşuyor. Bu yarı insan, yarı metal örümcek porselen bebek arkamdaki raftan atlıyor ve tepemde beliriyor. Eğilip yüzüme bakıyor, ağzını yavaşça açıyor, porselenlerin birbirine sürtme sesi geliyor, açılan ağzından siyah balçık gibi bir sıvı pıtır pıtır yere dökülüyor.

Sol elini çeneme yaklaştırıyor, parmaklarının uçlarında yirmi santimlik bıçaklar var. Sert derisinden çatlayıp çıkmış. Çelik kılıçtan bacakları her örümcek gibi rafın her tarafına yayınmış. Benimle konuşacak. Bir şey diyecek. Biliyorum. O da biliyor ancak ağzından siyah sıvının yere tamamen akmasını bekliyor bu sekiz bacaklı kadın.

İşaret parmağının ucuna monte edilmiş jiletlerden birini şah damarımın biraz üzerindeki deriye değdirip "Kendini neden asmıyorsun?" diye soruyor. Çıkardığı ses sanki şehrin her bir yerinden geliyor, tek taraflı bir yönü yok, kulağıma her taraftan geldi. Tüm mekânın dile getirmek istediği bir soruymuş gibi.

Korkudan nefes almakta zorlanıyorum ancak hareket etmemem söylendi, bende bu uyarıya uyacağım.

Cevap vermediğimi görüyor ancak hala cevap bekliyor, ileriden bir ses gelince kafasını hemen kaldırdı, ileriki reyonlarda biri "Acaba elinizde elli kilo kıyma var mı?" diye sordu.

Acele ile ince mekanik bacaklarını toparlayıp etrafı dağıtarak ilerledi, geriye sadece yerlere düşmüş ürünler kaldı. Çarşaflı kadın ürkmüş bir şekilde yanıma yanaştı, "İyi misin sen?" diye sordu. Bana kimse bu soruyu sormamıştı burada. "O şey de neydi öyle?" diye soruyorum korkarak.

-Münker... Dikkat et. Çok tehlikelidir. Bir başlarsa durduramazsın.

Yüzü Nekir'i andıran bu varlık, yanıma yaklaştığında içimde anlamadığım bir şekilde derin suçluluk duyguları uyandırdı. Bana yapacaklarını hak ediyormuş gibi hissettim kendimi.

Kadın yanımdan gittikten kısa bir süre sonra toparlanıyorum, malzemeleri alıp çıkmak istiyorum, listeye bakıyorum, kıyma gibi her şey çok abartılı, her şeyi güçlükle yüklenip kasadaki sıraya giriyorum.

İnsanlar sessiz, Münker etrafta geziyor diye çıt çıkarmıyorlar, kasiyer kısık tonda "Sıradaki." diyor. Yaşlı bir teyze elindeki ürünleri banda koyuyor, hesaplamalar yapılıyor, ödeme kısmına geldiğinde kasiyer "Kan mı? Gözyaşı mı?" diye soruyor. Teyze "Kan." diyor. Siyah çarşafının kolunu örten kısmını sıyırıyor, kasiyerin verdiği bir bistüri ile kolunu diklemesine kesiyor, kan yarısı dolu bir kovaya akıyor ancak rengi siyah, tıpkı Münker'in ağzından çıkan yoğun madde gibi.

Sonra sıra bana geliyor, aynı sorular soruluyor ancak ben "Para geçmiyor mu?" diyorum. Kasiyer kız da dahil olmak üzere hepsi gülüyor kısık sesle. Benimle neden alay ettiklerini anlamıyorum. Gülmesine ara veren kasiyer "Burada para geçmez beyefendi." diye açıklıyor, bunu sanki "Bunu da mı bilmiyorsun?" dercesine seslendirdi.

Kolumu çekiyor, kesmesini istemediğimi söylemek istiyorum ancak ürünleri alamazsam Dominus beni döver, ondan daha çok korkuyorum ve sesimi çıkarmıyorum. Avcumun içini kesiyor, sinir reseptörlerim acıyı zaman kaybetmeden beynime gönderince istemsiz inliyorum.

Acı bir yana gördüğüm manzara karşısında şoka giriyorum çünkü benim de kanım siyah akıyor. Benim kanım siyah mı? Sanki artık hiç yokmuş gibi... Anlamsız ve absürt bir durum. Kırmızı olması gerektiğine emindim oysaki...

Elime alkollü bezi doluyor, "Gidebilirsiniz." diyor, çıkışa doğru ilerlerken arkamı dönüp son kez baktığımda Münker'i görüyorum, sivri uçlu bacaklarının birkaçını tavana, geri kalanını da duvara sokmuş, kovayı tutuyor, ağzına götürüp içindeki siyah kanı içiyor. Olmayan siyah gözleri ile bana bakıyor, iştahlı ve şehvetli. Bu market onun yuvası, raflar da örümceğin ağları. İçimden bir kez daha sorusunu tekrarlıyorum. "Neden kendini asmıyorsun?"

Duvar KorkusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin