İçimdeki o tarif edilemez heyecan büyük bir hüsrana dönüştü. Uzun zamandır kalbimin varlığını bile unutan ben kısa bir sürede birbirine zıt iki duyguyu birden yaşamıştım. Umut ve hüsran.
Bedenim bu ani değişimi kaldıramadı ve olduğum yere yığılıp kaldım. Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama kendime geldiğimde etrafta göz gezdirdim, farklı bir şeyin peşindeydim. Fakat değişen hiçbir şey yoktu. Odadakilerden ayrışan tek varlık bu defterdi. Mutlaka bir şey olmalıydı bu defterle ilgili. Tekrar elimdeki deftere baktım. Sayfaları daha titiz bir şekilde inceledim. Defter bomboştu.
Kaçırdığım ne vardı diye merak ederken arasında sadece kurumuş bir papatya buldum. Odanın kokusunu değiştiren bu olmalıydı. Papatyayı yavaşça yüzüme doğru götürdüm ve kokusunu içime çektim. Herkes için sıradan olabilecek bu koku bana daha farklı geliyordu. Bununla ilgili bir şey olmalıydı.
Ben elimdeki papatyanın kokusu ile mest olmuşken aniden birinin beni izlediği hissine kapıldım. Kapıya doğru baktığımda bir adamın şaşkınlık ve biraz da buruk bir sevinç ile bana baktığını gördüm. Adamı baştan aşağı inceledim.
Siyah keten pantolonun üzerine siyah spor bir gömlek ve beyaz bir önlük giyinmişti. Kolunda oldukça pahalı görünen spor bir saat vardı. Bembeyaz yüzünde hüzün çizgileri çok belirgindi. Masmavi okyanus gibi gözlerindeki parlaklık şaşkınlığını ve umut ışığını gösteriyordu adeta. Uzun ve kıvrık kirpikleri bakışlarına daha güzel bir hava katıyordu. Yüzündeki gamzeleri siyah kirli sakalı kapatamamıştı. Bukleli saçlarını bir eliyle düzeltirken onu incelediğimi fark etti. Şaşkınlığını bir kenara bırakıp yanıma geldi ve bir yandan beni kaldırmaya çalışırken bir yandan da bana birkaç soru yöneltti:
- Ah dostum, neden yerdesin böyle? Kendine geldin mi artık?
Dostum deyince beni tanıdığını anladım ve ondan şu anki durumumla ilgili birkaç bir şey öğrenebilirim umuduyla konuşmaya başladım:
- Beni, beni tanıyor musunuz? Burası neresi? Ne zaman buraya geldim? Bana ne oldu? Siz kim-
Hiç susmadan sorularımı peş peşe sorarken bir yandan da meraklı gözlerle ona bakarak cevap vermesini bekliyordum. Yüzündeki hüznün çizgileri biraz daha belirgin bir hal aldı. Gözlerini kaçırarak konuşmaya başladı:
- Günler sonra kendine geldin. Beni hatırlamaman üzücü olsa da. En azından şimdi konuşmaya başladın. Şuan benim çalıştığım bir hastanedesin. Uzun süredir kendinde değildin. Uyanıktın yaşıyordun ama sanki ruhun bedenini terk etmiş de başka bir yerde gibiydin. Seni buraya ben getirdim. Biz çocukluk arkadaşıyız. Şimdi biraz dinlen ve bana en son ne hatırladığını söyle lütfen.
Onu dinlerken benim için çok endişelendiğini anlayabiliyordum.
- Hiçbir şey hatırlamıyorum. Sanki tüm yaşamım bir sis bulutunun ardında gizlenmiş gibi. Üzgünüm sizi hatırlamadığım için. Acaba bana ne olduğunu anlatabilir misiniz?
Bir yandan beni dinliyor ve bir yandan da vereceği cevapları düşünüyordu. Tam olarak ne diyeceğini bilemediği ortadaydı.
- Daha yeni kendine geldin. Bu yüzden önce bir dinlen. Sonrasında konuşuruz. Bu arada yerde ne yapıyordun?
- Masada bu defteri buldum. Bana ait olduğunu hissettim. Bu defteri incelerken bir anda ayaklarım beni taşımadı ve yere düştüm. Bu defteri siz mi koydunuz buraya? Bu defter bana mı ait?
Şüpheli bir şekilde bakışlarını kaçırdı ve bir şey bilmediğini söyleyerek hızlıca uzaklaşıp kayboldu. Defter hakkında bir şeyler bildiği kesindi ama sanırım şu an söylemenin doğru olmadığını düşünüp gitti. Bu sırada kısa sürede birçok farklı duygu yaşadığım için olsa gerek kendimi yorgun hissediyordum. Biraz dinlenmek için gözlerimi kapattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVERA : ZEVAHİR İLE BATININ ARAFINDA
FantasyGördüklerimiz bize yeteri kadar bilgi vermez. Bildiğimizi sandıklarımızın bile görünmeyen sırları olabilir. Mavera kısacası görünenin ötesini; yaşamın ardındakileri bulmak isteyen, araştıran kişilerin hikayesi. Karanlığa hapsolmuş bir zihin... Sevgi...