BUZLU DUVARIN ARDINDAKİ UNUTULANLARIN ORTAYA ÇIKIŞI

25 2 1
                                    

 Gördükleri karşısındaki şaşkınlığı, dizlerinin bağını çözmüştü. Doyasıya bakılası bir manzaradan bu denli dehşet veren bir yere gelinebileceğini kim söyleyebilirdi ki. İğreti duran bu yerde kaç kişinin canı yanmıştı acaba?  Duvarlar hâlâ acı çekenlerin çığlıklarını haykırıyordu. Kan gölünün kaynağının burası olduğu belliydi. 

 Başını nereye çevirirse çevirsin hep benzer nesneler, benzer izler vardı. Yer, tavan duvarlar beyaz mermerle kaplanmıştı. Duvarlardaki delikler, yerdeki kırılmış deney tüpleri, sol köşede duran lavabo , lavabonun içinde yanmış kağıt parçaları, sağ köşede duran kapakları kırılmış dolaplar, hastanenin acil servislerinde bulunan yataklar, ...

 Tüm gördükleri geldiği yerin bir laboratuvar olduğunu ve burada insanlar üzerinde deneyler yapıldığını haykırıyordu. Peki ya kanla, farklı sıvılarla yapılan izler? O izler burada kaç hayatın parçalandığının kanıtıydı, burayı inşa edenlerin ellerinin ne denli kanlı olduğunun da. 

 Ayaklarında fer kalmayan Deva, yeniden ayağa kalkamadı. Dizleri titriyordu. Her şey öylesine ağırdı ki. Sürüne sürüne dolaba doğru ilerledi. Dolabın çekmecelerini, kırılarak yana devrilmiş kapaklarını açtı ve sonunda ise bulabildiği sadece bir kutuydu. Sadece bir kutu. Kutunun üzerinde yine aynı sembol vardı.

 Deva elindeki kutuyu özenle inceledi. Açabilmek için her kenarına, her köşesine baktı ama ne açabileceği bir kapak ne de basabileceği bir düğmesi vardı. Yine de başka bir ipucu bulamadığı için onu yanına alıp duvardan yardım alarak ayağa kalktı ve bulunduğu bu tiksindirici yerden dışarıya doğru yürüdü. Yol ayrımına geldiği zaman İlkan'ın olduğu tarafa döndü bir süre baktı, kalbindeki tarif edilemez acı ile mağaranın dışına doğru ilerledi.

 Saatlerdir temiz hava alamamıştı. Bir yandan derin derin nefes alırken bir yandan da kırgın bir ifade ile gökyüzüne baktı. Yıldızlar, ay bile yaptığı seçime sırtını dönmüş olacak ki gökyüzü kapkaranlıktı. Sonra üzerine baktı ve kan bulaşan pantolonunu dizlerine kadar katladı. Gölün kenarına gelerek ellerini, yüzünü, ayaklarını ve son olarak da ayakkabılarını üstünkörü yıkadı.

 Biraz sakinleştikten sonra bile üzerindeki perişanlıktan kurtulamamıştı. Soğuk havayı içine çeke çeke perişan halde karanlık sokaklardan geçerek hastanedeki odasına doğru ilerledi. Odanın kapısına nasıl geldiğini bile anlamayan Deva yatağın üzerine kendini zor attı. Kendini rahatlatmaya çalışsa da bu nafile bir çabaydı. Daha fazla beklemenin bir faydasının olmadığını anlayıp kendini zorlayarak ayağa kalktı.

 Masanın üzerindeki diğer ipuçlarını yatağın üzerindeki yeni bulduğu kutunun yanına koydu. Onu karanlığından kurtaracak ipuçları; açılamayan bir kutu, eski yazıları zor okunabilen minik bir ansiklopedi, üzerinde Mavera yazılı kalın kapaklı bir günlük, mor ışık yayan fener, ne kadar denese de okuyamadığı bir not ve her yerde karşısına çıkan şu sembol. Öncelikle defteri açıp baştan sona doğru hızlı hızlı okudu. Her çevirdiği sayfa beynindeki saklı kapılardan birini araladı. Son sayfasına geldiğinde solgun bir yüzle hemen ansiklopediyi alıp okuyabildiği kadar okudu. Ansiklopedi eksik birkaç parçayı anlamlandırmasını sağlamıştı.

 Solgun teni iyiden iyiye buz kesmişti. Son derece tükenmiş bir vaziyette öğrendiklerini düşünmeye başlamıştı ki başına birden şiddetli bir ağrı girdi. İki elinin arasına aldı başını ve ağrıyı yok etmek istercesine sertçe bastırmaya başladı.

 Sonunda beklenen olmuştu işte. Gözlerindeki beyaz örtü çekilmiş tüm pislikler, acılar beynine hücum etmeye başlamıştı. Gözlerinden ve alnındaki o sembolden siyaha yakın mor bir ışık çıkmaya başladı. Güçleri uyanmaya başlamıştı. Sakinliğini koruyamıyordu. O sırada tanıdık bir ses duydu. O artık aşina olduğu ses, uyandıktan sonra gördüğü doktorun sesiydi ve sonunda parçalar yerine oturuyordu. O doktor Seza idi. Seza ona sarılarak sakinleşmesini, kafasını toparlamasını ve güçlerini kontrol edebilmesini sağladı.

Birkaç saat önce mağaranın dışında

Karaca ve Seza, mağaranın karşısındaki meşe ağacının altında bir yandan sohbet edip bir yandan da Deva'yı bekliyorlardı. Karaca'nın yüzündeki gülümseme bir anda sönüvermişti. Birkaç dakika sessizlikten sonra Seza önemli bir olayın meydana geldiğini fark edip Karaca'nın dizinden kalkıp doğruldu. Donakalan Karaca'nın kollarından tutup hafifçe sarsarak sordu.

S: Ne oldu?

K: Sanırım İlkan'a bir şey oldu. Ne yapmalıyım? O, o kaybolmuş.

S: Nasıl kaybolmuş? Ne olmuş tam olarak?

K: Tam bilmiyorum İlkan'ın yanına Pıtırcık'ı -Karaca'nın ruhuna bağlanan baykuş ruhu-bırakmıştım az önce o kulağıma fısıldadı. Kaybolduğunu söyledi. Detayları öğrenmek için yanına gitmeliyim. Belki neden kaybolduğuna dair bir ipucu da bulabilirim. Ama Deva ne olacak?

Mağaraya doğru bakan ikili o sırada perişan halde Deva'nın mağaradan çıktığını gördüler.

K: Sen Deva'nın peşinden git. Onu uzaktan takip et. Ben İlkan'a ne olduğunu öğreneyim.

S: Yalnız başına o uğursuz yere mi gideceksin? Buna izin vermek istemiyorum.

K: Yalnız olmayacağım Pıtırcık ve diğerleri orada. Beni merak etme gücümü herkesten daha iyi biliyorsun.

S: Seni de, o çılgın profesörü de iyi tanıyorum bu yüzden yanında olmak istiyorum.

Karaca göz bebeklerini iyice büyüterek sevimli bir yüz ifadesi ile Seza'ya baktı.

K: Endişen de haklısın. Ama şuan yapmamız gereken bu. İlkan'ı bulmak zorundayım ve sen de Deva'yı yalnız bırakamazsın. Kısa bir süre orada kalacağım. Merak etme!

Seza istemeye istemeye kabul etti.

S: Peki öyleyse, kendine dikkat et.

Karaca, Seza'ya sarılıp yanından hızlıca uzaklaştı.

 Deva'yı takip eden Seza uzaktan onu izlemeye devam etti ta ki Deva'dan ışıklar saçılmaya başlayana dek. Deva'nın gücünü kontrol edemediğini anlayınca bir yandan kendi gücü ile Deva'nın gücünü bastırırken diğer yandan da sakinleşmesini sağlamak için onun yanında olduğunu söyleyerek Deva'ya sarıldı.

 O sırada İlkan'ın daha önce bulunduğu yere giden Karaca'yı bembeyaz ışıktan tüyleri ve altın gözleri ile Pıtırcık karşıladı. Pıtırcık bir yandan olanları anlatırken bir yandan da İlkan'ın kilit altında tutulduğu her bir yanından umutsuzluk akan mahzende oradan oraya uçuşuyordu. Pıtırcık sözlerini bitirdiğinde Karaca, en çok korktuğu şeyin başlarına geldiğini anlamıştı.

 Hayat öyle değil miydi zaten, hep korktuklarımızla sınanırız.

MAVERA : ZEVAHİR İLE BATININ ARAFINDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin