"Zaman zaman çatlarız içimize ışık girsin diye" dedi Seza mağaranın girişinin hemen sol tarafında kalan çatlağı göstererek. Öyle pek de büyük olmayan çatlaktan sızan ışıklar Seza'nın güzel yüzüne vuruyordu. Buranın bizim sığınağımız olacağı en başından mağaranın da kararıydı belli ki.
"Işığın dışarıdan içeriye girdiği görülmüş şey değildir yalnız Sezacığım" dedi Karaca burnunu kırıştırarak. Seza da Karaca'ya sahte bir kırılmışlıkla bakıp ardından hemen o iç ısıtan gülümsemesini ortaya çıkardı.
Ardından "Güzel görünüyorsun, senden sızan ışık mağaranın o küçücük çatlağından aşıp dışarıyı aydınlatıyormuş gibi" diye mırıldandı Karaca. Seza duymadı ama hissediyordu işte, biliyordum. Biz ise İlkan ile öylece durduğumuz yerde içimizi ısıtan sevginin duvarlara sinmesine şahitlik ediyorduk.
Bir anda aklıma doluşan bu anıyla ellerim farkında bile olmadan çatlağı bulmuştu. Şimdiyse ruhumun zerreleri küflü mağaranın duvarına yapışmış vaziyette burnumu dolduran o is ve kan kokusuyla uyuştuğumu hissediyorum.
Ait olduğum yeri ararken bana eşlik eden atım beni bekler. Ben ise ne kazıyabilirim duvarlardan her bir zerremi ne de yananları diriltebilirim. Kapana kısılmıştım adeta. Burası kilit noktaydı lakin var olmamayı dileyip duran zihnim zaten hiçliğin ta kendisiydi. Hiçbir parça oyuklarını bulamıyordu. Olmayacaktı böyle, atım -özgürlüğüm- ve ben talan edilmiş bu yerde tanıdık bir yüz görmenin umuduyla etrafa bakarken iyice dağılıyoruz.
Bana bırakılan bir avuç yanmış kağıt ve birkaç damla kan. Geride kalıp izinizi takip etmekten dahası gelmiyor elimden.
Ah İlkan, istiyorum ki başını yasla yine göğsüme. O güzel anılardaki gibi yine konuş benimle. Görmüyor musun hevesim? O sislerinde iliklerime kadar ıslanmaya dünden razı olduğumu. Ruhumu unut. Duvarlara sinmiş, küflere bulanmış ruhumu unut yalvarırım. Lekesiz ruhuna bula beni. Göze görünmeyen zevahirini dök önüme. Bir kibrit ateşle şu karanlığın içinde ve uzat elini. Buradaydın biliyorum. Buradaydınız.
Nefesim kesiliyor yine, yetişmeye çalışmaktan vazgeçince her şeyin rengi gelir derler. Vazgeçiyorum öyleyse, burada duracak ve geride kalmanın rengine varacağım. Şu duvarın dibinde hakikate mi inanıyorum yoksa inandığım şeyin hakikat olmasını mı istiyorum bilmiyorum. Beni o kadar çok bilinmezlikle baş başa bıraktın ki İlkan ben neye inanacağımı şaştım. Hayır, sahiden bıraktın mı beni? Işığım sensin biliyorum başka bir ışık düşünemiyorum. Buraya kadar yol gösteren de sensin hissediyorum.
Işığım, söyle neredesin? Bitmesin mi artık bu hasret?
O da ne? Neler oluyor? Elimi koyduğum duvar neden içeriye doğru gidiyor? Ayağımın altındaki zemin neden sarsılıyor? Deprem mi oluyor yoksa gizli bir geçit mi açılıyor? Yoksa sonunda izin veriyor musun yanına gelmeme ya da kahrolası yeni bir bulmaca parçası mı buldum yine?
Sarsıntı çok sürmemişti. Karşımda, oluşan kan gölünün orada bir delik mi açılmıştı sadece? Küçük bir delik öyle mi, küçük ama geçebileceğim kadar da büyük. İğrene iğrene kan gönlünün içine adımımı atıp o deliğe doğru gittim. Delik beni nereye götürür bilmiyorum ama bu iğreti duran yerden bir an önce uzaklaşmam gerektiğini hissediyorum. Nefesimi tuttum ve hızlıca o delikten geçtim.
Delik mi? Hayır tünel desem daha doğru tasvir etmiş olurum. Bu tünelin sonu beni nereye götürecek acaba? Emekleye emekleye bir müddet ilerledikten sonra ayağa kalkabileceğim kadar yükselen tünelde bir yol ayrımı vardı. Nereye doğru yönelmeliydim?
İki farklı yol. İki farklı seçim.
Yollardan biri tedirginlik uyandırıyordu ama tanıdıktı da. Sanki o yolu yıllar önce sık sık kullanmış gibiyim. Ama durun, yıllarca kullandıysam bu tedirginlik hissi de ne oluyordu?
Diğer yola ne demeli peki? Sanki kalbimin diğer yarısı orada atıyordu. Yoksa İlkan orada mıydı? Çoğu zaman aklımın beni yönlendirmesiyle hareket eden ben bu sefer tam tersini yapmak istiyorum.
Kalbim... Kalbimin götürdüğü yere gitmeyi tercih etmek istiyorum. Bu yaptığım seçimin sonucu olacak elbette ama kalbimin duyduğu özlem seçimin sonuçlarına katlanmaya hazırdı. Kalbimin götürdüğü tarafa doğru yöneldim. Her adımım beni daha da heyecanlandırıyordu. Vücudumun titreyişi, hiç durmadan akan gözyaşlarım hasretin vuslata yakın olduğunun habercisiydi adeta.
İlerledikçe saçlarımı okşayıp giden rüzgar yolumun sonunun açık bir alana çıkaracağını fısıldıyordu kulaklarıma. İlerledikçe dolunayın görkemli ışığı gözlerimi kamaştırıyordu. Ne ara gece olmuştu?
Sahi, benim gecemi aydınlatacak olan dolunayım neredeydi?
Bir adım daha attığımda sonunda varacaktım yanına. Bir ses. Tanıdık ve özlem dolu o ses. Rüyalarımda bana seslenen o ses...
İ: *Gözyaşlarını bastırır* Buraya gelmemeliydin Deva. Hemen buradan gitmelisin. Yanlış tercih yaptın. Yaptığın tercih hem beni hem de seni tehlikeye attı. Kimse fark etmeden git buradan.
Ona gelmemi isteyen o ses şimdi bana gitmemi mi söylüyordu. Daha onu görememiştim bile. Ona sarılıp kokusunu içime çekememiştim. Doyasıya konuşamamış hasret giderememiştim. Bana gel diyen sevgili şimdi neden gitmemi söylüyordu? Elimi uzatsam ona dokunabilecekken neden geri dönmek zorundaydım? Bu hasretin vuslata ermesi neden bu kadar zor olmak zorundaydı? Ama yine de her şeye rağmen İlkan gitmemi istiyorsa bir bildiği vardır. Her zaman haklı olmuştu zaten. Onun dediğini yapmaktan başka çarem yoktu.
Deva hüzünlü ve zayıf bir ses tonuyla sevgilisine son defa veda eder.
D:* iç çeker * Benim yüzümden buradasın değil mi? Seni her zaman ki gibi zor durumun içine soktum. Her şey için özür dilerim sevgilim. Yaptığım tüm hatalı seçimlerin bedelini ödeyip seni kurtaracağım. Seni çok beklettim değil mi sevgilim? Bu ayrılığımız son olsun. Seni seviyorum İlkan'ım benim biricik dolunayım. Son kez hoşça kal.
Geldiği yönden istemeden lakin hızlıca geri dönüp bu sefer diğer yol ayrımına doğru ilerleyen Deva gördükleri karşısında büyük bir hayrete düşer. Neden buraya gelmesi gerektiğini artık daha iyi anlıyordur. Büyük bir şaşkınlıkla ağzından şu sözcükler dökülür.
D: İlkan, biricik dolunayım. Yine haklıydın.
Birkaç dakika önce
Dolunay olağanüstü şekilde parlıyordu. Gökyüzünde ki yıldızlar beklenen kavuşmanın gerçekleşmesini bekliyorlardı. Kalbinin delice atış sesi kulaklarına varan Azize ellerini kalbine götürdü. Vücudundaki titremeye karşı koyamıyordu. O, Deva sevgilisi buradaydı. Sonunda karanlık zincirlerini kıracak olan gelmişti yanına. Oturduğu hapsedildiği karanlık mabette köşedeki delikten sevgilisinin gelmesini bekliyordu.
Her geçen dakika... Her adımı... Yılların bekleyişi... Ama dur daha çok erkendi... Kalbindeki o özleme baskın gelmeliydi mantığı...
Onu ne kadar çok görmek istese de şu an yanına gelmemeliydi. Bir anlık kavuşma için sonsuz beraberliği tehlikeye atmamalıydı. Önce bulmacanın parçalarını bir araya getirmesi gerekliydi. Aksi takdirde ikisi de...
Olacakları düşünmek bile istemiyordu. Üstelik karanlık zincirlerden kurtulmak da sadece böyle mümkündü. Ne kadar zor olsa da ona gitmesini söylemeliydi. Beklenen felaket zamanı yaklaşıyor. Yapbozu tamamlamalı çok geç olmadan. Azize içinden şöyle geçirdi.
"Ah gün ışığım! Keşke yine mantığının sesini dinleseydin. Ne yazık ki bu yaptığın seçim bensiz yola devam etmeni gerektirecek."
Sevgilisine gitmesini söyleyen İlkan sevgilisi gittikten kısa bir süre sonra baygınlık geçirdi. Zor kararlar alabilecek kadar kararlı olsa da hâlâ sevgilisine kavuşmayı arzulayan zayıf bir bedeni vardı. Geçirdiği baygınlık bir kabusa dönüşmek üzereydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVERA : ZEVAHİR İLE BATININ ARAFINDA
FantasyGördüklerimiz bize yeteri kadar bilgi vermez. Bildiğimizi sandıklarımızın bile görünmeyen sırları olabilir. Mavera kısacası görünenin ötesini; yaşamın ardındakileri bulmak isteyen, araştıran kişilerin hikayesi. Karanlığa hapsolmuş bir zihin... Sevgi...