Bu bölümden önce veya hemen sonra İlk Yılbaşı (özel bölüm) bölümünü okuyabilirsiniz. Ya da 26'dan devam edip sırayla gidebilirsiniz. Şimdiden keyifli okumalar❤️
-bence sırayla okunduğunda daha tatlı ama siz bilirsiniz-
Bölüm Şarkıları, No Doubt- Don't Speak
Cem Adrian- Beni Affet bu Gece''Korkma, geçeceğiz yalın çirkinliğinden
ölçülü mezarların, büyük bir yolun kestiği yerde
Ve bütün insanların ufak ufak ölü olduğu.
O zaman yavaşça öpeceksin beni''Kırmızı kabanıma düşen beyaz kar tanelerine gülümserken gözümden tek damla yaş düşüp kristale benzeyen taneyi boğdu. Gözyaşlarının şifalı, iyileştirici olduğunu anlatırdı bütün masallar. Bir damla gözyaşı bazen yaraları iyileştirir, bazen lanetleri kaldırırdı. Bizi hayata hazırlamak adına anlatılan masalların hayattan bu denli farklı olduğunu görmek canımı sıkıyordu.
Gözyaşlarım damla damla süzülüp çeşitli yerlere düşerek iyileştirmiyor, karların arasından çiçekler açtırmıyor aksine beni ve kar tanelerini boğuyordu. Burnumu çekerek elimin tersiyle yaşları sildim. Görüşümün bulanıklaşıp netleşmesi de döngüye girmişti. Soğuktan sızlayan derime aldırmadan kafamı kaldırıp etrafıma bakındım.
1 Ocak sessizliği çökmüştü şehrime. Her yeri kaplayan kar, şehri temiz ve aydınlık gösterse de vaktin hayli geç olduğunu biliyordum.
Her şeye geç kalmıştım.
Ertelemenin anlamı olmadığından, görüşümü kapatan beremi hafifçe yukarı kaldırıp kıpkırmızı tabelayla yüzleştim.
Journey'nin aksine tek renkti, can alıcı bir kırmızı. Işıl ışıl ama tedirgin edici. İçeri girmek cesaret istiyordu. İçeri girmek, kan kokusunu derinle buluşturmak ve sonrasında ne kadar yıkanırsan yıkan paslı demir kokusunu burnunun ucunda hissetmeyi göze almak demekti.
Ellerimi yumruk yapıp içimden defalarca saydım. Ona kadar, yirmiye kadar, elliye kadar, iki yüze kadar... Ne zaman geçiyordu ne soğuktan hassaslaşan derimin acısı.
Tabelanın rengi her saniye koyulaştı. River yazısı eskisi gibi parlak değildi. Dakikalar içinde tüm parlaklığını yitirdi ve fark etmediğimiz bir yaranın üzerinde kuruyan kan lekesi gibi donuk bir hal aldı. Sert bir rüzgar esti. Önce o soğuk demir kokusu çalındı burnuma, sonra yeni sulanmış toprak kokusu. Hayır, betona teslim olmuş bir şehirdi burası. Toprak yoktu, çevrede benden başka kimse olmadığı için kanayan yoktu. Bunların hepsi, zihnimin oynadığı oyunlardı.
Günler, aylar geçmiş ve ben tam oyunu kazanıp zaferimi kutlayacağım gün acımasız bir piyon tarafından yenmiştim. Kutuya geri atıldım, şehrime döndüm. Asla bana ait olmadığını düşündüğüm ölüler diyarı, sonunda beni de çekivermişti içine. Yaşarken uyum sağlayamadığım şehir, bu darbeden sonra benim öldüğümü varsayıp kucağını açmıştı neyse ki.
Yoksa nereye giderdim 1 Ocak sabahı?
Gözümün önüne parça parça gelen görüntülere daha fazla dayanamayıp arabama döndüm. Kar lastikleri olmadan buraya kadar gelebildiğim arabamın önü karla kaplanmıştı, ayaklarımın daha iyi durumda olduğuna karar verip yürümeye başladım.
Yola yön vermek, eskimiş, üstü tozlanmış bir düşünceydi. Öyle yürüdüm, zihnimde dün gecenin hatıraları ve üzerimde kırmızı kabanımla.
Annem varmış mıydı gideceği yere? Abim ne haldeydi, iyi olabilecek miydi? Arda, Ceren ve Savaş kavgasından yara almadan kurtulabilmiş miydi?
Benim avuç içim sızım sızım sızlarken onun canı da çok yanmış mıydı? Seslerin arasından acımasızca sıyrılan tokat sesi kulağımda yankılanmayı saatlerdir bırakmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LETHE
Teen Fiction"Tam bu sırada bir uçak tepemden uçtu. Gidişini izlediğim ilk uçaktı. Arabadan inip kapıya yaslandım. Yol kenarında öylece durmuş, nereye gittiğini bilmediğim uçakların geçişini izliyordum. Saat yedi oldu. Bir uçak daha gitti. Hemen peşinden bir tan...