39- YOLCULUK

725 44 128
                                    

Bölüme uygun şarkı bulamadığımdan sessiz bir bölüm oldu şimdiden keyifli okumalar


Aynadan aksini izledim.

Günlerdir yapıp yapabildiğim tek şey buydu.

Zira ona en yakın olduğum anlarda ondan kilometrelerce uzak ve ona en uzak olduğum anlarda kalbindeki ritme ayak uydurabilecek denli yakındım. Bedenlerimizin yakınlığı ile ruhlarımızın yakınlığı ters orantılı olarak artıp azalıyordu.

Kısa saçlarından damlayan suları havluyla kuruladıktan sonra bu sefer sakallarını düzeltmek için makineyi eline aldı. Son bir haftadır saçları kısaydı ve iki günde bir kısalttığından asla uzamıyordu. Ben de saçlarımı tepeden toplayarak geziyordum. Ya birbirimizi cezalandırıyorduk ya da ödüllendiriyorduk. Birbirinin karşıtı kavramları yakınlaştırmayı başarmıştık, emin olduğum tek şey buydu.

Tıraş makinesinin kulak tırmalayıcı sesi durduğunda yerimden kalkıp dolaba yöneldim. Onu izlediğimi bildiğini biliyordum, zaman zaman onun gözleri de benim üzerimde kilitleniyordu. Kahve yaparken, Ares'le oynarken, bardayken ama en çok Çağatay'ın çevresindeyken. Öylece bakıyordu. Öyle anlarda ben de onu fark etmemiş gibi yapıyordum, -mış gibi yapmak kolaydı.

Kırgın değilmiş gibi aynı mutfağın farklı köşelerinde kahve içiyorduk. Sevgiliymiş gibi bara gidip el ele oturuyorduk. Kızgın değilmişiz gibi gülümsüyorduk. Arkadaşlarımızın yanında oturup tek sorunumuz Çağatay'mış gibi yapıyorduk.

Biz -mış gibi yapma konusunda ustalaşmıştık. Sevmiyormuş gibi yapmamamızın tek sebebi ise inandırıcılığımızı kaybetmekten korkmamızdı. Ona her baktığımda, gözlerimde belirdiğini bildiğim, o ışıltıyı söküp atmadığım sürece sevmiyormuş gibi yapmanın anlamı yoktu.

Bazı geceler, sırf aydınlıktan yorulduğum için, karanlıkta uzanıyordum ve o uyuduğumu düşünüp kafasını aralık kapıdan uzatıyordu. Bilinçsiz bir sevme haliydi bu, kendimizi geç çevremizi dahi aksine ikna edemezdik.

Banyonun kapısı kapandığında çıktığını anladım. Şimdi mutfağa geçecek fazladan kahve yapacaktı. Ardından kahvesini alıp salonda oturacak ve bara gidiş saatimiz geldiğinde kapının önünde buluşacaktık.

Rutinimiz buydu. Çevremizde biri olmadığı sürece...

Saçlarımı gelişigüzel topuz yapıp aynanın karşısına geçtim. Boy aynasının hemen önündeki ayakkabı poşetine gülümseyerek bakmaktan alamamıştım kendimi.

Çağatay'la karşılaştığımızda Tuna, zihnimi okumuşçasına, istediğim ayakkabıyı almadığımız için gergin olduğumu söylemiş ve hemen ardından ayakkabı almaya gitmiştik. Çağatay yalanımıza inandığı halde Tuna bana çok şık bir ayakkabı almıştı. Ben de sorgulamamıştım. Ayakkabıcıya girip özenle bana ayakkabı seçmesinin sorgulanacak tarafı yoktu. Yaşamamız gereken yüzlerce şeyden birisiydi sadece, biz beraber alışveriş yapmıştık. Kalbimin yerinden kalkacak hali yokken bedenim onun yanında ayakkabı seçmişti. O günün anısı aynanın önünde kutusunda duruyordu. Kimse yerinden kaldırmamıştı, kaldırmayacaktı da muhtemelen.

Ayakkabıyı boş verip aynadaki solgun yüzüme baktım. Zayıflamıştım bu da yanaklarımın içe çökmesine sebep olmuştu. Aynı zamanda elmacık kemiklerim daha çıkık göründüğünden şikayet etmiyordum. Ama pantolonlarım büyümüştü. Allık fırçasını elime alıp yüzüme renk kattım. Bu kadarı yeterliydi. Komodinde duran yüzüğü parmağıma geçirip odamdan çıktım.

Tuna, tahmin ettiğim gibi, hazır şekilde kapının önünde beni bekliyordu. Gözleri önce parmağımı yokladı. Yüzüğü oynadığımız oyundan şüphelenilmesin diye takıyordum. Tabii bu görünen sebepti. Bizi birbirimizden uzak tutan bir duvar görevi görüyordu. Tuna ona her baktığında Mert'i ve bu yüzüğü saklamamı hatırlayacaktı bense kavgamızı... Sonuç olarak oyunu bozmadan aynı zamanda oyun olduğunu unutmadan yaşamamızı sağlıyordu.

LETHEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin