38- GEÇMİŞ Mİ?

743 44 53
                                    

Birileri- Zamanın dışında boşluğun içinde
Kalben- Doya Doya

Alkışlar eşliğinde sahneden indik. Tuna'nın parmakları benim parmaklarıma değiyordu, uzaktan gören biri el ele tutuştuğumuzu zannederdi. Buz kesen parmaklarım onun sıcak parmaklarına çarparken bedenim baştan sona ürpertiyle doldu.

Tarihin tekerrürden ibaret olduğu herkesçe bilinen gerçeklerden biriydi fakat tarihin parmağımda tekerrür etmesi beklenmedikti.

Hayatımın en trajik anını ikinci kez yaşıyordum. İlkinde herkesin ortasında reddetmekten çekindiğimden takmıştım bu yüzüğü, şimdiyse aşktan kör olan gözlerimin eseriydi. Dudaklarım kendiliğinden aralanıp beynimi kemiren soruyu dile getirdi.

"Bunu nereden buldun?"

Tüm dikkatim yüzükteydi, minik taşlarında kendi yansımamı görüyordum. Evlilik teklifi aldığı tekneden gözleri yaşlı ayrılan Nil'i, evlenmek istemediğini Mert'e söyleyemeyen Nil takip ediyordu. Yapması gerekenlerle yapmak istedikleri arasında sıkışıp kalan, uykularından boğuluyormuş hissiyle uyanan Nil hapsolduğu yüzükten bana bakıyor, yardım istiyordu.

Ona yardım edemezdim.

Ortadaki taşta kendimi gördüm. Gözlerimin yansıması su damlası şeklindeki taşta oldukça net şekilde görünüyordu. En az o geceki kadar çaresizdim, köşeye sıkıştırılmış gafil avlanmış hissediyordum. Zamanında birinin ölümüyle açılan kelepçem tekrar bileklerime dönmüştü.

"Gözlerini alamıyorsun çok hoşuna gitmiş."

Sesi beni kurtarır sandım, kurtarmadı. Kendime yardım edemiyordum. Hapsolduğum bu taştan çıkaramıyordum kafamı, içeride hava yoktu. Göğsüme yerleşen ağırlıkla baş etmeye çalışırken derin nefesler aldım.

Barın önüne geldiğimizde Tuna taburesine yerleşti.

"Gülümse biraz, Çağatay buraya geliyor."

Daha önce baş ettin Nil, nefes alamadığın her anı geride bıraktın. O yüzükte değilsin, iyisin ve sakin olman gerek. Çabalarımın sonuç vermesini beklerken Çağatay yanımıza ulaşmıştı.

"Hayırlı olsun çifte kumrular, bro sen de çok iyiydin. O ne afili sözler lan öyle kitap yaz alalım. Nil yüzüğüne bakayım, tarif ettiğime benziyor mu?"

Önüme konan içeceği titreyen ellerimle kavrayıp küçük yudumlar aldım. Her damla boğazıma takılıp kalıyor nefes almamı iyiden iyiye engelliyordu. Tuna zarifçe elimi kavradığında kimsenin şüphelenmeyeceği şekilde geri çektim. Dokunuşunda doğru olmayan şeyler vardı. Eksik dokunuyordu, belki de günün bu saatine dek bana dokunmamasının sebebi bu eksikliği hemen anlayacağımı bildiğindendi.

Biz birbirimizin eksiklerini bilinçsizce tamamladığımızdan, ben ikimizin yerine de ona dokunmak istemiş, iki kalbin taşıması gereken heyecanı, aşkı tek kalbe yüklemiştim. Nefeslerimin boğazımda düğümlenmesi ciğerime batması da bundandı.

Ellerimizin teması son bulurken Çağatay'a döndüm.

'Bu yüzüğü sen mi tarif ettin?"

Ukala gülümsemesiyle yüzüme baktı. İkimiz hatta üçümüz de ne yaptığını biliyor ancak kime savaş açacağını kestiremiyordu.

Benim payıma, sevdiğim adamın acımasız yüzü düşmüştü ve ben onun bu yüzünü bile seviyordum.

"Kızım çocuk derdine düşmüştü ne alsam diye ben de geçmiş tecrübelerime dayanarak..." yüzündeki samimiyetsiz gülümseme midemi bulandırıyordu. "Beğendin ama değil mi?"

Saldırgan tavrına karşılık verirsem iyi niyetimizden şüphe duyacaktı. Üstelik bu yüzüğün Mert'in yüzüğü olduğunu anlamadığına emindim. O sadece Tuna'ya aynı yüzüğü tarif etmiş olmalıydı.

LETHEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin