Tuna Kiremitçi- Sana DairGüneş ışınları doğrudan gözüme vurduğunda huysuzca gözlerimi ovaladım. Rahat olmaktan fersah fersah uzak bir yerde yatıyordum. Gözlerimi açıp yattığım yerden doğruldum. Bedenimin her noktası sızlıyordu. Etrafıma baktım. Dün gece, geceyle gündüz ayrımı yapılamayacak kadar karanlık olan ev, şimdi gün ışığını salonunda toplamıştı.
"Günaydın."
Gün uzun zaman sonra ilk defa böylesine aydınlıktı. Olabildiğince yavaş şekilde kafamı ona çevirdim. Üzerine soluk siyah bir tişört geçirmişti. Saçları dağınıktı, saçlarının dağılacak kadar uzamış olmasına hayret ettim. Elinde tuttuğu sahandan güzel kokular geliyordu. Evin dağınıklığı ise önemli ölçüde toparlanmıştı. Açıkçası bu şartlar altında nasıl uyuyabildiğimi ve ne zamandır uyuduğumu merak ediyordum.
"Günaydın." Dedim kuru bir sesle.
Hemen önüme eğildiğinde gözlerim onu takip etti. Yerdeki gazetenin üzerindeki kahvaltılıkları gördüm. Ortaya koyduğu sahanda da sucuklu yumurta vardı. Anlamsız çabasına gülümsedim.
"Çayı da getiriyorum şimdi, bekle sen." Kapıya kadar gitti. "Ya da bekleme yemeye başla, geliyorum hemen."
Koşar adım çıktığında öylece kaldım. Ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı asla kestiremiyordum. Kestiremezdim tabii, bir kere kaçmıştı o ipin ucu. Aptal Nil! Aptal... Ne diye gitme diyorsun adama... Sana mı kaldı? Sinirle iki zeytin attım ağzıma. Hayır, zararım da kendimeydi sinirim de... Bir parça ekmek bölüp yedim. Kenarda köşede kalmış çilek reçeli çarptı gözüme. Onu da çay kaşığıyla hızlı hızlı yemeye başladım. Hak ettiğimden değil, sinirimden yiyordum. Çok geçmeden geri döndü. Elinde eski bir çaydanlık tutuyordu.
"Geldim, başladın mı?"
Nefes nefeseydi, ağzımdaki reçeli yutup yanıtladım.
"Yok başlamadım..."
Gülümseyerek yüzüme baktı. Onu bekleme nezaketi göstermemiş olsam da bunu gizleme çabam hoşuna gitmişti belli ki.
"İyi yaptın... İstediğin bir şey var mı hemen gidip alayım."
Reçel kasesini tekrar elime aldım.
"İstediğim bir şey yok... Aslında kahvaltıyı kafede yapsam daha iyiydi. Sen de gelebilirdin tabii... Neden uğraştın?"
Bir parça ekmek koparıp peynirle ağzına attı.
"Öyle içimden geldi, kahvaltı hazırlamak. Kafede de ederiz daha işimiz çok."
İşimizden kastı yıkıp döktüğü ev olsa gerekti. Gel gör ki bu ev neden bizim işimizdi onu anlamamıştım. Ayrıca ikimizi ortak bir eylemde buluşturmasını da anlamamıştım. Ne münasebetti! Ne demek ne münasebet Nil, adama gitme dedin açık açık. Nil Karaibrahimgil bu kadar net bir şekilde gitme dememiştir.
"Peynir de yesene, bak ekmeği yeni aldım sıcak sıcak."
O hevesle kahvaltısını ederken benim tadım kaçmıştı. Kendimi huzursuz hissediyordum. Dün gece bana cevap olarak, içecek bir şey ister misin diye sormuştu ve o zamandan beri asla üzerine konuşmamıştık. Söylediğim tek kelime öylece buharlaşıvermişti.
"Yerim de bir şey diyecektim... Dün gece konuşamadık ama..."
İştahla yemeye devam ediyordu. Sanki yıllardır açtı da fırsat bulmuşken karnını doyuruyordu. Kahvaltılıklarla arasına girmekten imtina etsem de konuşmak istiyordum. Bir hata yapmıştım ve bunun sonucunu öğrenmem lazımdı. Dün gece karşımda duran kırık adam gitmişti. Ben dün geceki adama gitme demiştim. Bu sabah karşılaştığım, gözleri parlayan adama rahatlıkla git diyebilirdim. Hatta gitse iyi olurdu çünkü bu halleri çok tanıdıktı ve ben onun en çok bu halini seviyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LETHE
Teen Fiction"Tam bu sırada bir uçak tepemden uçtu. Gidişini izlediğim ilk uçaktı. Arabadan inip kapıya yaslandım. Yol kenarında öylece durmuş, nereye gittiğini bilmediğim uçakların geçişini izliyordum. Saat yedi oldu. Bir uçak daha gitti. Hemen peşinden bir tan...