Havanın soğuğu, içeride yanan ateşe rağmen kendini buğulanan camın buzlu yüzeyinde belli ederken, genç kız yerinden titreyerek kalktı. Güneş henüz doğmamış ancak hava beyaz bir aydınlığa bürünmüştü ve gökyüzü, buz tutmuş gölün yüzeyi gibi kirli beyaz bir renkte ışıldamaktaydı.
Üzerine kaç kat giyerse giysin bu soğuğun tenine işlemesine engel olamayacağını gayet iyi bildiğinden, yavaş yavaş çıtırdayan ateşe birkaç odun daha attı ve artık ılımaya başlamış olan suyu bakır kaba dökerek yüzünü yıkadı.
"Her sabah aynı terane" diye geçirdi aklından. Dört bir yana doğru vahşice savrulmuş kıvırcık saçlarını düzeltmeye çalışırken kendi kendine söylenmeye devam etti. Kalınca giyindi. Saçlarını toparlayıp şekil vermeye çalışırken düşündü. Ne saçma bir rüyaydı gördüğü? Üstelik bu defa diğerlerinden daha canlı, daha gerçekçiydi. Ellerine değen nemli bulutları koklamış, yüzüne vuran sıcağın cildini yalayıp geçmesini hissetmişti. "Belki de bu yüzden dört kişi beni sabaha kadar dövmüş gibi yorgun uyandım, kim bilir?" dedi aynadaki aksine bakarak. Omuz silkti. Hafif çilli yüzü soğuk sabah aydınlığının altında parlıyordu.
Çantasını taktı, çizmelerini ayağına çekti ve küçük evinin kapısını kapatıp yola koyuldu. Taverna uzak değildi ancak yollar buzdan dolayı kayganlaşmıştı. Bugün gelmesi muhtemel olan müşterileri düşündükçe kalbi hızlanıyor, kalbinin hızı ayaklarına ve adımlarına yansıyordu. Beklediği özel biri olmasa da alacağı bahşişleri düşünmek onu heyecanlandırmak için yeterli geliyordu.
Taverna sokağına girdiğinde neredeyse koşar adım yürüyordu ve attığı bir sonraki dikkatsiz adım onu, yüzü cübbesinden görünmeyen bir adamın üzerine doğru düşürdü. "Aman Tanrım! Çok özür dilerim bayım!"
Adam yüzüne bile bakmadı ancak hızlı bir refleks ile tuttuğu ince kolu da bırakmamıştı. Kız önce koluna, sonra adamın cübbeden görünmeyen yüzüne doğru bir bakış attı. Yüzünde burnuna kadar uzanan siyah bir maske vardı ve gözleri, cübbenin altından yanar döner bir renkte parlıyordu.
Göz göze geldiklerinde adam hiçbir şey söylemeden başını eğdi, kızın kolunu bıraktı ve uzaklaşmaya başladı. "Güzelliğimden dili tutulmuş olmalı" diye düşündü kendi kendine ve kıkırdadı. "Henüz günün başlangıcında böyle ise, bugün bahşiş konusunda oldukça şanslı olacağım galiba. Umarım bana şans getirirsin yabancı."
Henüz güneş yeni yeni yüzünü göstermeye başlamış olmasına rağmen, taverna neredeyse doluydu. Yükünü bırakmış ve dinlenmek için kendilerine tanıdık yerler arayan denizcilerin hepsi, daha afyonları patlamadan tavernaya dökülmüşlerdi.
Kimi şişko kimi zayıf, kimi yabancı kimi tanıdık olan yüzlere ve denizin hırçın dengesizliği yüzünden yorulan bedenlere bakarken bardakları siliyor, bir yandan da erkek olup bir gemiye binse, denize açılsa nasıl olurdu diye düşünüyordu.
Kadınlar, soylu bir aileye mensupsa, yolculukları kısaysa ya da karadan yapılamıyorsa, kabul eden denizci ve kaptanlarca gemiye alınabiliyordu. Ancak bunun dışında kalanların pek çoğu, uğursuzluk getirdikleri söylentisi yüzünden güverteye dahi çıkarılmıyorlardı.
"Saçmalık" dedi şişko Betty hemen yanından. Sildiği büyük bardakların birine siyah bira dolduruyordu. "Denizin ardındaki ülkelerden buraya o kadar çok kadın getiriyorlar ki kızım, görseydin aklın dururdu. Kadınlar uğursuzluk getirmiyor. Erkekler, kadınların gemide onlardan daha iyi iş çıkarmasından korkuyor sadece. Gemiye alınmıyorsak sebebi yalnızca bu."
Barın önünde oturan ve bakıldığında sarhoş olup sızmış gibi görünen bir adam, gözlerine düşen şapkasının altından Betty'e bir bakış attı. "Yanlışınız var hanımefendi" dedi derinden gelen bir ses tonuyla. Aslında sesi derin değildi. Yıllardır içilen pipo ve biranın etkisi ile kalınlaşmıştı. Jasmine bunu ilk kelimesinde anlamıştı.
Betty ellerini beline koydu ve tek kaşını kaldırarak adama meydan okuyan bir pozisyonda, çok bilmiş olmakla kalmayıp kendisini yanlış bilgi dağıtmak ile suçlayan bu erkeği dinlemeye başladı. Betty her zaman erkeklere karşı çok saldırgan davranırdı.
"Kadınların her ay kanadıkları, dile getirilmese bile herkes tarafından bilinen bir gerçek. Denizlerde köpek balıklarından daha korkunç canavarlar var, Kraken gibi. Kan kokusunun kaçını başımıza saracağını bilemeyiz değil mi? Denizin ötesinden gelen kadınlara bakın. Her biri henüz kanamaya başlamayan ya da artık kanamayacak kadar yaşlı olan kadınlar. Kadınlar uğursuz değildir hanımefendi, uğursuz olan kandır. Kan sudan daha koyudur ve bu durumun denizin orta yerinde, başımıza açabileceği dertleri ayda bir defa en az yedi gün boyunca omuzlayacak kadar çok adamımız ya da erzakımız ya da silahımız olmuyor maalesef."
Betty bu mantıkla dolu açıklama karşısında gözlerini kısıp doldurduğu bardağı adama uzatmakla yetindi. Jasmine ise bedeninde gezinen kırmızı sıvıya, dışarı çıkmak zorunda olduğu için lanetler okuyarak masaları silmeye koyuldu.
Gelen denizcileri süzdüğü sırada, dışarıda aynı cübbeli ve maskeli adamı gördü. Ancak adam saniyeler içinde yok oldu ve kendisini sabahın bu saatinde içki kokusu içerisinde kaldığı için hayal görüyor olmakla ikna ederek işine geri döndü.
Cübbeli ve maskeli adam ise, tavernanın karşısında bulunan büyük meşe ağacına çıkmış, pencerelerden içeriyi görebileceği bir yerden tavernada olup biteni kontrol ediyordu. Hisleri, görüleri, aldığı işaretler onu buraya kadar getirmişti. Ayrıca, o kızın kolunu tuttuğunda hissettiği o şey de neydi öyle? Oldukça yoğun ama bir o kadar da belirsizdi.
Bu durumu kafasına takmamaya karar verdi ve izlemeye devam etti. Yerleştiği dalın üzerinde bir yandan defterine notlar alıyor bir yandan da daha önce tuttuğu notları okuyarak bir çıkar yol bulmaya çalışıyordu.
Saatler geçti, güneş tepede yükseldi ve batıya doğru ilerlemeye başladı. Adam halen yerini koruyor, Betty halen erkekler ile tartışıyor, Jasmine halen servis yapıp masaları siliyordu. Derken, tavernanın kapısı gürültü ile açıldı. Kasabanın bilinen korsanlarının kaptanı, giriş yapmıştı.
Jasmine elindeki bezi avuçları içerisinde sıkıştırırken, Betty ellerini nihayet belinden indirdi. Tezgâhın altındaki ahşap kutuyu acele ile yerinden çıkarmaya çalışırken, kaptan Jasmine'e doğru yaklaştı. Servis yapıp masalara bakmakla görevli olan sıska oğlan Eric, ikisine doğru bir hamle yapacak gibi oldu ama taverna sahibinin ölümcül bakışları onu yerine sabitledi.
İşin aslına bakılacak olursa taverna, korsanlar sayesinde ayakta kalabiliyordu ve korsanları buraya çeken iki şey vardı. Betty 'nin meşhur deniz ürünleri yahnisi ve Jasmine 'in kehanetleri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Önceki Hayatımda
FantasyBugünü yaşamak için, geçmiş ile olan tüm hesapları kapatmak gerekir. Tekamülü tamamlamak, hayat amacına erişmek gerekir. Sonucuna ulaştıklarına kırmızı kurdele taktıkça, yeni hayaller kurmak gerekir.